27 Kasım 2011 Pazar

Psikolojim bozuk, üzerime gelmeyin...

Bugün bu yazıyı size, geçmişte 6 yılını bir ilaç firmasında psikiyatri grubu ilaçlarından sorumlu ürün müdürü olarak geçirmiş biri olarak yazıyorum. Depresyondan, şizofreniye kadar birçok ilaç çalıştım. Sadece Türkiye’de değil, dünyada isim yapmış çok önemli psikiyatristler ile tanışma, tartışma fırsatım oldu. Özetle şunu söyleyeyim, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar çok “psikolojim bozuk” bahanesi ile top oynayan futbolcunun olduğunu ne duydum, ne de gördüm...


Volkan Demirel, daha sezona başlarken, başkan Aziz Yıldırım’ın tutukluluk sürecinin psikolojisini olumsuz etkilediğini söyledi. Buna tepki olarak sakallarını kesmeme kararı aldı.

Guti kadroya alınmadığı için psikolojisinin bozulduğunu öne sürdü. Psikolojisi bozuldukça tedaviyi gece hayatında ve nargilede aradı. Ancak bu tedavi sonuç vermeyince, tek çare Beşiktaş’tan ayrılmak oldu.

Manisaspor’un yıldız oyuncusu Yiğit Gökoğlan sezon başladığından beri düşen performansını psikolojisinin bozuk olmasına bağladı. Lig başlamadan önce Galatasaray’ın kendisine transfer teklifi getirdiğini, ancak para konusunda anlaşamayınca bu transferin gerçekleşemediğini ve ister istemez bu durumun psikolojisini olumsuz etkilediğini söyledi.

Her maç agresif tavırları ile tepki çeken Emre Belözoğlu, medyayı, kendisine psikolojik operasyon yapmakla suçladı.

Aykut Kocaman, Gençlerbirliği beraberliğinden sonra yaptığı açıklamada “şike iddianamesi ve belirsizlik yüzünden futbolcularımın psikolojisi bozuk” dedi.

Hakemlerin psikolojisine ise hiç değinmek istemiyorum. Malum sezon başladığından beri performansları ortada...


Son olarak pek dile getirmeselerde psikolojisi bozuk olan bir futbol takımı daha var:

Belediye Vanspor. Geçtiğimiz ay Van'da yaşanan deprem felaketinden sonra tesisleri hasar gören, stadına çadır kent kurulan ve öz kaynaklarını kaybeden Spor Toto 3. Lig 1. Grup takımı. 3. Lig deyip geçmeyin, Belediye Vanspor Türkiye'nin UEFA lisansı almış ilk 20 kulübü arasında yer alıyor ve hiç borcu yok. Tesisleri yıkıldığı ve stada çadır kent kurulduğu için, şu an TFF’nin izni ile geçici olarak Antalya’ya yerleşti. Başta kaleci Yunus Emre Karaman olmak üzere futbolculardan bazıları ailesini, sevdiklerini kaybetti. Kulübün şu an maddi hiçbir kaynağı da kalmadığı için lige devam edip etmeyeceğine henüz karar verilmedi. Ancak futbolcular “psikolojimiz bozuk” demeden her an lige devam edeceklermiş gibi idmanlara çıkıyorlar.

Düşündüm de aklıma geldi, acaba Volkan, Emre, Yiğit, Aykut Hoca bir süre Belediye Vanspor idmanlarına çıksalar, psikolojileri düzelir mi ne dersiniz?

20 Kasım 2011 Pazar

İstenmeyen Adam

“Bu sene şike soruşturmasından doğan olağanüstü durum sebebiyle Kulüpler Birliği Vakfı'nın almış olduğu karara istinaden Türkiye Futbol Federasyonu'ndan yapılan açıklama; Galatasaray, Beşiktaş, Fenerbahçe ve Trabzonspor kulüplerinin, 2011-2012 sezonunda birbirleriyle yapacakları tüm müsabakalarda, deplasman takım taraftarları alınmayacak şeklindedir.”

Tekrar tekrar okuyorum yukarıdaki cümleleri ancak bir türlü çıkamıyorum içinden. Yapılan bu resmi açıklamaya göre, deplasman yasağının sebebi şike soruşturması. Yani bir grup futbol sevmeyen adam daha fazla para kazanmak için ali cengiz oyunları oynadı. Ve bunun neticesinde futbolu seven adamlara “biz şike yaptık, siz bu yüzden birbirinizi kızdırıp “taşkınlık” yaparsınız, iyisi mi siz maça gelmeyin” dediler. Iyi de şike soruşturması kapsamında Sivasspor, Eskişehirspor, Giresunspor, Rizespor’dan da tutuklanan isimler olmadı mı? Bu kulüplere neden aynı yasak uygulanmıyor? Madem taraftar dediğin “vahşi” bu kadar taşkın, Eskişehir’e neden Trabzonlunun gitmesine müsaade ediyorsun ki? Bu kararı alan zihniyete göre “Geçen sene sizin yüzünüzden şampiyonluğu kaçırdık” diyen bir Trabzonlu, Eskişehir’de terör estirebilir. Onu neden yasaklamıyorsun?

Madem yasaklamaya başladık bir yerden; sadece derbi yasağı ile de kalmayalım. Mesela maçın kaderini değiştirecek hatalar yapan hakemlerin bir daha maça çıkmalarını yasaklayalım. Seyirciye küfür eden futbolcuyu, kasıtlı kart görüp takımını yalnız bırakan futbolcuyu ya da zaman geçirmek için kendini yerden yere atan futbolcuyu da yasaklayalım. Hakem odasına giren veya kulübü borca batıran veya yanlış transferler ile sezonu kapatan yöneticiyi de yasaklayalım. Hazır bu kadar yasak koymuşken, bir de Sabri’nin orta sahada oynamasını yasaklayalım…

Taraftarlık ve tribün kültürü futbolun sadece bir unsuru değil; bu oyunun ta kendisi, odak noktasıdır. Taraftarlık sadece para verip, bilet alıp tribünü doldurmak değildir. İnanmaktır, inandığını desteklemektir. Sosyal bir duyarlılıktır. Ülkede bir afet olduğunda birlik olmak, yardım etmektir. 12. adam boşuna denmemiştir. Kimi zaman pozisyonu görmeyen hakeme, kimi zaman oyuncu değişikliği için teknik direktöre yardımcı olur taraftar. Siyasi mesaj verir taraftar. Yakın zamanda Mısır’da Mübarek rejiminin son bulmasında en önemli rolü ülkenin en büyük iki futbol kulübünün taraftarları oynamıştır. Bugün oynanacak maça gidecek olan Beşiktaşlı bir arkadaşım şöyle dedi:

“Ben Beşiktaş gol atınca deplasman taraftarının yıkılışını izlemeyi seviyorum, Beşiktaş gol yiyince de onların sevincine kızmayı seviyorum.”

Bu cümleler bizim sevdamız olan renkleri yönetenlere ders olsun. Başkanlar, futbolcular, teknik adamlar, hepsi gün gelir gider. Renkler kalır, arma kalır, taraftar kalır. Bugün bizi yasakladınız. O da birşey mi…Burada düşünmek yasak, yazmak yasak, okumak yasak…Sen hala deplasman diyorsun…

Not: Deplasman yasağını protesto etmek için www.deplasmanimadokunma.com diye bir site kuruldu. Adınız ve tuttuğunuz takımı yazarak, yasağı protesto için imza bırakıyorsunuz. Ben bu yazıyı yazdığım sıralarda toplam 17.871 imza olmuştu. Üşenmeyin, bir imza da siz bırakın…

13 Kasım 2011 Pazar

İyi, kötü, çirkin

Gelmiş geçmiş en iyi western filmlerinden biri sayılan “İyi, Kötü, Çirkin”i (Il buono, il brutto, il cattivo) bilmeyeniniz yoktur. Cuma gecesi Hırvatistan maçı bittiğinde aklıma ilk gelen işte o film oldu. Aynı filmin sonundaki gibi “İyi” oynayan bir Hırvatistan kazandı, “Kötü” bir teknik-taktik anlayışı ile sahaya çıkmış futbolcular ve teknik kadro kaybetti ve “Çirkin” tepkileriyle futbolcular-taraftarlar ise ipi kendi boyunlarına doladılar...

Hırvatistan için söylenecek hiçbir şey yok. İnsan, en azından keşke 3 yıl önce EURO 2008’de, onların bize yenildiği gibi biz de onlara yenilseydik diyor. Keşke sahada o günkü gibi bir mücadele olsaydı da, “şerefli mağlubiyet” alsaydık diye içinden geçiriyor. Elbette, milli takımın “takım” olmayı becerememiş futbolcularına sitemimiz çok büyük. Ancak ondan da öte, milli takımın “milli” sıfatına uygun düşmeyen hareketleri yüzünden daha da büyük sitemim Volkan’a, Emre’ye...

Hiçbir futbol karşılaşmasında yenilginin sorumlusu taraftar değildir. Taraftar stada gelir, bunun için para öder. Karşılığında beklediği; hayranı olduğu futbolcuları yakından görebilmek, iyi bir futbol izlemek ve galip gelip mutlu evine dönmektir. Modern futbol anlayışı bünyesinde, taraftara protesto etme hakkı da tanır. Ancak benim mantığım halen, üzerinde “ay-yıldız” olan bir forma taşırken, kendi hatalarının biletini taraftara kesip, protestolara daha sert karşılık veren anlayışı kavramıyor. Sonrasında bu olayı “ezeli rekabete” indirgeyecek kadar sığ bir yaklaşımı ise hiç kabul edemiyorum. Forma hakkı sadece iyi mücadele ile verilmez, renklere, armaya ve bayrağa da saygıyı gerektirir.

Tüm dünyada heyecanla beklenen 11.11.11 tarihinin bize anısı; kötü futbol, inanmamış futbolcular ve maalesef çirkin görüntüler oldu. Türkiye liglerinde “yıldız” ya da “tek başına takım” dediğimiz oyuncuların, yabancı takımlar karşısında yetersizliğini izledik. Cem Karaca’nın çok sevdiğim bir sözü vardır:

“Süperstar, Megastar, Edirne’den sonra kim star!”



55+1=56

Bizler için Hollanda ve futbol kelimeleri yanyana geldiğinde; akıllara Cruyff, Gullit, Van Basten, Neeskens gelir. Total Futbol ve 1988’de Batı Almanya’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası gelir. Ve bugün artık bizler için Hollanda ve futbol denildiğinde, akıllardan çıkmayacak bir isim daha var ki; Hiddink...

Hiddink geldiği gün TFF “eleştirilemeyecek” bir isim olarak sundu kendisini Türk futboluna. Ancak elemelerdeki ilk maçımız Kazakistan’dan, bugüne kadar her maçta sahaya sürdüğü farklı stoperler, bir türlü karar veremediği santrafor, tek forvet ısrarı, yaptığı kadrolar ile bugün kendisinin “doğaçlama” futbol yaklaşımını eleştiriyoruz. Topa sahip olma oranının rakiplerimize oranla daha iyi olduğunu söylüyor, ancak biz Azerbaycan ve Kazakistan’a bile ancak kontra atakla gol atabiliyoruz. Karşılaştığımız her takım için “güçlü, zor” kelimelerini kullanıyor, ancak başında olduğu takım için söylediği tek bir kelime var: duygusal!

Şimdiye kadar 55 teknik direktör ile çalışmış milli takımıza 56. ismin geleceği de, bu ismin Türk bir teknik direktör olacağı da aşikar. Bugüne kadar farkı yaratan hep içimizdeki isimler oldu. 2002’de Dünya Kupası’nda 3.lüğü getiren Şenol Güneş, EURO 2008’de Avrupa 3.lüğünü getiren Fatih Terim ve U17 ile Dünya 4.lüğünü taşıyan Abdullah Avcı’nın Hiddink’ten farkı ne miydi? Söyleyeyim: “Eleştirilemeyecek” isim olmamaları...
O zaman 56. kez hep birlikte söyleyelim:

“İnanın çocuklar, güzel günler göreceğiz, güneşli günler...”

13.11.2011