22 Nisan 2013 Pazartesi

İnanmadığın savaşı kazanamazsın


İnanmak önemlidir. Bunun üzerine bir sürü özlü söz var. Onları sıralayıp sıkmak değil niyetim sizi. Ancak Gençlerbirliği-Fenerbahçe maçından beri durup durup söylediğim tek bir şey var, o da “inanmak önemlidir.”

Hafta içinde Aykut Hoca’nın yaptığı açıklamalar, Fenerbahçe’nin kaybettiği 3 puan adına çok önemliydi: “Bir tercih hakkım olsa 3 kupada mücadele etmek yerine UEFA’yı seçerdim. Futbolcularım bir tek hedefe konsantre olmaktansa hepsine konsantre olmayı seçtiler. Açıkçası oyuncularım sürükledi beni bu üç kulvara. Seçim yaptırmadılar."

Gençlerbirliği karşısındaki mental olarak hazır olmayan Fenerbahçe’yi izledikten sonra, Aykut Hoca’nın bu sözleri biraz daha önem kazandı. Ilk yarım saat dışında etkisiz oynayan Fenerbahçe, ikinci yarı koşmayı bırakın saha içinde adeta ruh gibi yürüdü. Sezonun özellikle ikinci yarısında Fenerbahçe’nin oyun yapısında hiç alışık olmadığımız, pas bağlantılarında ve ikinci bölgede kırılgan bir oyun anlayışı sergiledi. Yana, geriye al-ver yapmaktan öte gidemeyen ancak maç bitene kadar sahada kalan Meireles, son 3-4 maçtır sahada kendini gösteremeyen Cristian, ikili mücadeleye giremeyen Yobo ve bir de bunlara tüm hatlarıyla defans yapan Gençlerbirliği eklenince sonuç ortada.

Ancak asıl mağlubiyete zemini Aykut Hoca’nın tercihleri hazırladı. Hoca ligin ilk yarısında tercih ettiği, çok eleştirilen Fenerbahçeyi sahaya sürdü. Adeta bile bile lades. Hızlı giden bir arabada aynı anda hem gaza hem frene basarsan, arabanın kontrolden nasıl çıkacağını dün Aykut Hoca tatbiki olarak gösterdi. Webo ve Sow birlikte çift forvet sahada olsa ve Fenerbahçe yine de kaybetmiş olsa, eminim kimse hocayı eleştirmeyecekti. Hadi diyelim Sow hala sakat o zaman takım Webo-Semih ile niye başlamıyor? Madem Sow hazır değil, neden 18’de? Ya da madem oyuna sokacaksın neden 60. dkya kadar bekliyorsun? Veya neden maça en azından onunla başlayıp, sonradan dinlendirmek için çıkarmıyorsun? Daha da kritik soru, devre arasında soyunma odasına 2-0 mağlup giren takım, dönüşte neden hiçbir değişiklik olmadan sahaya çıkıyor?

Bu sorular uzar gider. Sanki dün akşam formsuz olan Fenerbahçeli futbolcular değil, Fenerbahçe teknik direktörüydü. Maç içi taktik anlayışı ve maç sonu açıklamalarıyla daha evvel kendisinin eleştirdiği konuları, şimdi kendisinin gündeme getirmesi son derece lüzumsuz oldu. Hoca bir de “Bugünkü maçta şampiyonluğu yitirmedik. Bugünkü maç son nokta oldu. Şampiyonluk yarışını ilk yarıda bitirdik.” dedi, ki buna da katılmıyorum. Fenerbahçe takımı ligin ikinci yarısı mücadeleci, izlemesi keyifli bir futbol oyunu ortaya koydu. Dün akşama kadar da şampiyonluk yarışında en az rakibi Galatasaray kadar söz sahibiydi. Ancak daha takımın hocası şampiyon olacaklarına inanmazken takım nasıl şampiyon olsun. Işte bu yüzden inanmak önemli.

Inanmak ne kadar önemli Fuat Çapa da gösterdi. 94 doğumlu, Süper Lig’de ilk maçına çıkan çok yönlü solak stopper Ahmet Çalık’a inanarak sadece maçı değil, aynı zamanda bu genç futbolcuyu da kazandı. "Siz onlara güvenmezseniz, kendilerini nasıl gösterecekler" diyerek “Gençler”birliği’nin adına yakışan bir hareketle Ahmet’i kazandırdı.

Şimdi inanma sırası bizde. U20 Dünya Kupası’nda ülkemizi temsil edecek kadroda yer alacak Ahmet’e ve perşembe günü Benfica karşısında yarı final oynayacak Fenerbahçe’ye. Çünkü herşey inanmakla başlar.

16 Nisan 2013 Salı

Beşiktaş'ın Babalar Günü


Beşiktaş taraftarı dün yine öldü öldü dirildi. Maçın ilk yarısı sanki deplasman takımıymış gibi oynayan, ayağında top tutamayan bir Beşiktaş, buna karşın oyunda hakimiyet kuran bir Antalyaspor vardı. Sonra Oğuzhan’ın oyuna girmesi ile kalan 35 dakikada aynı Beşiktaş 5 gol pozisyonu buldu.

Oğuzhan’ın sonunda oyuna girişi, takımın dikine çıkışlarına büyük fayda sağladı. Fernandes’e bağımlı pas trafiğini zenginleştirdi. Oğuzhan hücuma çok etkili bir oyuncu. Hal böyle olunca da skora etki edecek pozisyonlar o oyundayken yaratılıyor. Yani bir teknik direktörün seveceği, ayağına güveneceği türden. Oyuna girmesi hem takımın oyununa hem pozisyon zenginliğine bu kadar coşku getiren bir oyuncuyu neden ilk 11’de sahaya sürmez Samet Hoca bilinmez.

Son haftalarda Beşiktaş’ın kadro seçimleri çok eleştiriliyordu. Bu hafta Oğuzhan’ın oyuna geç girişi ile bu eleştiriler haklılık payını korudu. Dentinho ve Toraman’ın yokluğunda Sivok’un kadroya alınmayışı da çok tepki çekti. Ancak sonradan öğrendik ki, maçtan kısa bir sure önce Sivok hocasına “sadece 15 dakika oynayabilirim” demiş. Anlayacağınız Escude ve Ersan Gülüm beraberliği tamamen zorunluluk.

Savunmanın göbeğinde Sivok yok, Toraman yok. Daha ileri çıkın Almeida yok, Niang yok. Bu önemli oyuncuların olmadan 3 puan alabiliyorsan, daha ne olsun. Bin şükür!

Oynayanlara bakınca, daha ilk 11 listesi elimize ulaştığında Veli ve Necip’i beraber görünce “eyvah” diyoruz, dün de dedik. Fernandes deseniz “o eski halinden eser yok şimdi.” Belki bir yıldız değil ama istikrarlı oyunu ile takıma fayda sağlayan Hilbert, yeni yeni toparlayan Mustafa Pektemek, oyunun gidişatını değiştiren Oğuzhan ve iştahlı oyunu ile Olcay Şahan.

Mustafa Pektemek geçen haftadan bu haftaya bile çok değişmiş. Sakatlıktan yeni çıkıyor, oynadıkça daha iyi olacak çok açık. Antalya karşısında belki son vuruşlarda çok etkili değildi ancak biraz sabır. Beşiktaş’ın tüm ataklarında Mustafa’nın emeği var. Şimdi ihtiyacı olan daha çok oynamak, takımın paslarla onu daha fazla beslemesi ve güvenildiğini hissetmek.

Ve son olarak gelelim, golden sonraki tepkisiyle çok eleştirilen Olcay Şahan’a. Neymiş, Olcay taraftara tepki göstermiş, nasıl gösterirmiş. Geçen yıl hatırlar mısınız yıldız Quaresma aynı taraftara “al formayı sen oyna” demişti de, kimse ses çıkarmamıştı. Nasıl çıkaracaksın adam yıldız. Öte yandan hırslı ve iştahlı oynayan, bir de gol atan Olcay’ı tepki gösterdi diye linç edeceksin. Kimsenin Beşiktaşlılığı sorgulanmaz, önemli olan kendine “bu renkler için ne yapıyorsun?” sorusunu sormak. Olcay, siyah-beyaz için bu sezon 10 gol atmış. Takımın en çok gol atan oyuncusu. Unutan olduysa hatırlatayım istedim.

Golden sonra “atar yapmak” nasıl Beşiktaş futbolcusuna yakışmaz ise, son yılların en yürekli takımının oyuncularını yerden yere vurmak da Beşiktaş taraftarına yakışmaz. Teknik direktöre kızıp, kızına su şişesi fırlatmak ise bırakın taraftarlığı, insanlığa yakışmaz.

Beşiktaş’ın en önemli değerlerinden biri Baba Hakkı, tribünde taraftarlar karşı takıma küfür ettiğinde, durur, tribüne döner, elini beline koyup dik dik bakarmış. Tribünler sus pus. Bir Fenerbahçe maçında taraftarlar Fenerli futbolculara küfür ediyor diye, “bu küfür eden taraftarlar dışarı çıkarılmadıkça oyuna devam etmiyorum” diyecek Beşiktaşlı duruşuna sahipti. Şüphesiz ki, onun da Beşiktaş taraftarı gibi baba yüreği vardı, döverdi de, severdi de. Ama elinizi bir vicdanınıza koyun, Baba Hakkı takımın hocasının kızına su şişesi atana ne yapardı, siz söyleyin.  

Bugün Beşiktaş’ın “Babalar Günü.” Ölümünün 24. yılında, Baba Hakkı’dan Beşiktaş’a kalan en büyük miras “duruşu”dur. Cemal Süreya’nın da dediği gibi; “Tek kişiden kalabilen en çok şey.”
Anlayana…

8 Nisan 2013 Pazartesi

Gençleri rahat bırakın


Ligin bitmesine sayılı haftalar kala, Orduspor maçı şampiyonluğu kovalayan Fenerbahçe adına çok önemli bir sınavdı. Hector Cuper yaman bir rakip. Küme düşme hattında olsa dahi kimse inkar edemez, her futbolcunun mutlaka topa değdiği bir takım oluşturdu. Zaten maçın ilk 20 dakikası da bunu çok net ortaya koydu. Duran toplar ve yüksek toplar ile Orduspor rakip  defansı bir hayli zorladı. Üç net gol pozisyonundan biri kaleyi bulmuş olsa, maça önde başlayan taraf Cuper ve öğrencileri olacaktı.

İlk 20 dakikanın sonunda ise iki takımın arasındaki güç farkı devreye girdi. Fiziksel olarak düşen Orduspor karşısında Fenerbahçe oyun kontrolünü ele aldı. Takım gücünü 90 dakikaya yayarak oynaması Fenerbahçe’nin en önemli avantajlarından biri. Dün yine takımın yarısından fazlası 10bin metrenin üzerinde koşarak bunu kanıtladı. Tabii bu sayede kalabalık geri dönen, rakibe çok pozisyon bırakmayan, iyi bir takım savunması yapan takım olma özelliğini kazandı Fenerbahçe. Takım baskıyı yese bile, paniklemeden, bol pas yapıp oyun kontrolünü kazanan bir futbol oynuyor. Yoksa kolay değil, 8 günde 3 maç oynayıp 3 galibiyet almak.

Açıkçası ben Sow’un yokluğunda Webo’nun performansını çok merak ediyorudum. Nitekim maç boyunca çok iyi mücadele etti ancak yine de ileride top tutma sıkıntısı yaşadı. Caner, özellikle ilk golde aradan çıkışı ile alkışı haketti. Ama Caner bu belli olmaz. Bugün kendini alkışlatır, yarın pişman eder. En az güçlü fiziği kadar istikrarlı bir futbol sergilemediği sürece hep soru işareti barındıran futbolcu olarak kalacak.

Haftalardır nazar değer korkusuyla yazmaya çekindiğim Salih’i ise, Fenerbahçe’den ayrı bir paragrafta konu etmek gerektiğine inanıyorum. Çok kaliteli 2 gol attı. Hele o aşırtma golü, Avrupa devi futbolcular ile mukayeseyi hakeden bir gol. Ancak en az o gol kadar önemli olan ise, Salih gibi gencecik bir futbolcunun öyle bir vuruşa teşebbüs etme cesaretini göstermesi. Bu kendine güveni gösterir. Ne futbolcular rakip kale ile karşı karşıya kaldığı net gol posizyonu olabilecek durumlarda, kaleye vurmaktan korkarken, Salih’in hem de koşu tarafının tersine yaptığı bu vuruşa cesaret etmek “birşey” demektir. Caner’in pasından sonra aldığı top ile yaptıkları beyin-ayak koordinasyonunun doğaçlama uyumuna işaret. Bu da demektir ki bu genç futbolcu “bakışıyla topun yönünü değiştiren futbolcular kulübüne” girecek özellikte.

Konu sadece saha içindeki performansı da değil. Salih bu yıl üniversite sınavına girdi. Bir yandan okumak da istiyor. Ülkemizdeki üniversite mezunu futbolcu sayısını düşünüp, bu konudaki takdiri size bırakıyorum. Ancak şunu söylemeliyim ki; ben genç bir futbolcu olsam, Salih’in maç sonu söylediklerini bir kağıda yazar tekrar tekrar okurdum: “Yaşın önemli olduğunu düşünmüyorum. Sahada yaş oynamıyor. Gençlerin neler yapabileceğini göstermeye çalışıyorum.”

Niyetim bu yıl U20 Milli Takımı’nda da ülkemizi temsil edecek bu genç arkadaşımızı övmek değil, örnek göstermek. Yoksa futbol medyası çok yatkındır, iki maç iyi oynayan genç futbolcuları prens yapmaya. Biraz parlayan her genç ya Metin Oktay olur ya Can Bartu. O futbolcu için de asıl şanssız dönem ondan sonra başlar işte. İddialı açıklamalar, reklam filmleri, fiziksel düşüş ve illa ki bir sakatlık. Bu pırıl pırıl gençleri, biraz da haklarında methiyeler düzen ağabeyleri bu hale getirmiyor mu? İşte tam da bu yüzden ben Salih’e güveniyorum ama etrafa güvenmiyorum.

1 Nisan 2013 Pazartesi

Forza Fenerbahçe


Bu hafta oynanan maçları heyecanla bekliyordum. Sebebi sadece bir haftalık milli maç arası yüzünden özlediğim Süper Lig değil, aynı zamanda Avrupa maçları öncesinde Galatasaray ve Fenerbahçe’nin ne yapacağıydı. Malum klişedir. Eğer bir takımımız hafta içi zorlu bir Avrupa maçına çıkacaksa, o maçın önündeki arkasındaki lig maçlarını kaybetme hakkı vardır. Gazeteler de dünden razı, “Avrupa’ya kilitlenen X, ligde puan kaybetti,” diye başlık atmaya.

Ancak bu sefer Galatasaray ve Fenerbahçe bu manşeti bekleyenleri ters köşeye yatırdı. Lig mücadelesini de en az Avrupa maçları kadar ciddiye aldıklarını gösteren iki takım puan farkını korudu.

Lazio maçı öncesi Akhisar sınavını başarıyla veren Fenerbahçe’de Sow ve Webo ne kadar iyi bir ikili olduklarını bir kez daha gösterdiler. Saha içinde çok hızlı geziyor olmaları Fenerbahçe için büyük avantaj, rakip stoperler için ise büyük zorluk. Sakin, sadece maça konsantre oynuyorlar. Bu bir noktada takımın geri kalanının bu ikiliye bağlı bir oyun yansıtmasına sebep oluyor. Diğer bir deyişle, bu ikilinin eksikliğinde Fenerbahçe ne yapar insanı korkutuyor.

Emre’nin eksikliği ve Salih’in sakatlığı Fenerbahçe’de orta sahayı yavanlaştırmış. Bir türlü güven veremeyen ve çok top kaybı yapan Meireles, bir hafta yere göğe sığdıramadığımız ama öbür hafta ortada gözükmeyen Cristian, bazen yaratıcı bazen bitirici bazen acemi Kuyt ile merkez bölge istikrarsız bir tablo çizdi. Bir de üzerine golü çabuk bulma baskısı eklenince, çok fazla organize atak geliştiremeyen ve tempolu oynayamayan bir Fenerbahçe izledik.

“Takım 2-0 kazanmış, hala eleştiriyorsun,” diyenler çıkacaktır. Benim korkum Lazio maçı. Hernanes ve Kozak, gibi çok etkili silahları olan Lazio, topa ve rakibe karşı çok sert oynayan tipik bir İtalyan takımı. Hızlı çıkıp hızlı savunma yapıyorlar. Top rakipteyken 4-4-1-1 oynayıp, topu kazandıklarında 4-2-3-1 dizilişine çok hızlı geçiyorlar. Bu da demek oluyor ki, zaman zaman bizi korkutan Fenerbahçe orta sahası ve kanatlarına çok iş düşüyor. Bir de rakibin Fenerbahçe’yi iyi tanıyan bir hocası var. Daha evvel Young Boys ve Samsunspor’un başındayken de Fenerbahçe ile karşılaşmış olan Petkovic, takımına rakiplerini iyi anlatacaktır.

Diğer yandan İtalya’nın en büyük derbilerinden biri Roma-Lazio maçı 7 nisan Pazar günü oynanacak. Bu öyle bir derbi ki, hani Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını düşünün; işte ondan çok daha önemli her iki İtalyan takım için. Hem siyaseten hem de Serie A’daki puan durumu açısından stresi yüksek bir maç. Lazio’lu oyuncuların Fenerbahçe maçında konsantrasyon kaybı ve mental yorgunluk yaşama ihtimali yüksek. Lazio elenmeyecek bir rakip değil. Ancak disiplinli ve sabırlı oynaması gerekecek Fenerbahçe’nin.

Başlayan yeni hafta ile birlikte bize tek bir şey demek düşüyor: Avrupa’nın en iyi 8 takımı içerisine giren hem Fenerbahçe hem de Galatasaray’ın yolu açık olsun. İnandık biz sizlere...