23 Aralık 2013 Pazartesi

Sneijder "Bal", Onur "Kaymak"

Bir Pazar günü, iki tane 2-1 biten maç ve takımlarını mağlubiyetten değil belki ama hezimetten kurtaran iki güzel kaleci. Karabük karşısındaki Fenerbahçe’de Volkan, Galatasaray karşısındaki Trabzonspor’da da Onur olmasa maçlar herhalde 5 farklı biterdi. İki takım da belki 2-1 kaybetti ama Volkan ve Onur kaybetmedi.

Galatasaray bizi şaşırtmadı yine farklı bir diziliş ile sahadaydı. Semih ve Gökhan Zan geçmiş performanslarına göre daha iyi bir maç çıkardılar. Tabii  Gökhan’ın 22. dakikadaki röveşataya benzer yapmaya çalıştığı hareketi bu satırın dışında bırakmak lazım. Colman yakaladığı fırsatı kaçırmasaydı, Trabzonspor psikolojik bir üstünlük sağlayabilirdi. Galatasaray’da futbolcuların bireysel performansı artarsa, takım olarak daha iyi bir futbol izletecekler.

Sabri her zamanki enerjisi ve hırsını dün yine ortaya koydu. Ancak bu sefer bir de Trabzonspor’un kilidini açacak güzel hareketler de yaptı. İkinci golden önce sol ayağıyla yaptığı orta gibi. Selçuk evet eski Selçuk değil. Ancak bunda en önemli etken, sürekli farklı pozisyonlarda oynatılması ya da oynamak zorunda kalması. Bir maç sağda, bir maç solda oynayınca orta sahada yaratıcı pozisyonlarıyla maçın skoruna etki eden Selçuk’u görmek tabii ki zor. Buna rağmen, başka meslektaşlarının mızmızlanabileceği bu durumda Selçuk yine sahanın en çok koşanı, fayda sağlamaya çalışanı. Melo ise hep aynı Melo. Defansif özellikleri zaten iyi, dünkü gibi bir de top kaybetmeden Drogba ve Sneijder’i besleyince, bu iki oyuncuyu çok rahatlatabiliyor. Ancak kırmızı kart görmeyi hak eden davranışları artık Galatasaray gibi Avrupa zemininde mücadele eden bir takıma yakışmıyor. Bir diğer yakışmayan oyuncu da her yeni yıl öncesi yaptığını yapan Colman.

Trabzonspor kötü oynuyor. Orta sahası yetersiz. Zokora idare eden, "maaşımı alayım yeter" diyen memur zihniyetli bir oyuncu. Yerliler henüz yetersiz. Bir tek Olcan bireysel performansını artırmaya devam ediyor ancak onun da halen eksikleri var. Diğer yandan teknik direktör ve futbolcular oynadıkları maçları sayıyorlar, “biz şu kadar maça çıktık” diye. Tamam yol gidiyorlar, yol geliyorlar, bir mücadele ediyorlar ancak Trabzonspor camiasının önce şuna karar vermesi gerekiyor: Büyük takım mısın? Eğer öyleysen mızmızlanmayacaksın, rotasyonla maçlara çıkabilecek durumda olacaksın. Aksi takdirde büyük takım statüsünde mücadele edemezsiniz. Ancak orta sıralarda vasat bir takım görüntüsü çizersin.

Diğer yandan dün 3 puanı almış olmasına rağmen sezon arasına girerken Galatasaray’ın da farkında olması gereken çok nokta var. Bir kere halen korner-ön direk “organizasyon-suzluğu” devam ediyor. 16 maç oynamışlar, 8’ini kazanamamışlar. Neredeyse attıklarına yakın gol yemişler. 3. Bölgede her ne kadar yıldız oyuncuları olsa da, atak kanat beklerinden ya da defanstan başlamadığı sürece kuvvetli bir orta saha duruşuna sahip olamıyorlar. En az biz izleyenler kadar Drogba da sorunların farkında. Bunu saha içine iyice yansıyan agresif tutumundan anlamak mümkün. Drogba, lider vasıflı, kazanmaya alışık bir oyuncu. Yani winner (kazanan) tipli bir oyuncu. Kazanamadan kafası önde ayrıldığı maçları hazmedememesi normal. Bir de hakemlerin kendisine yapılan itme-çekme-tutma hareketlerini gözden kaçırması tuz biber oluyor. Sinirli hareketlerini yorumlarken tüm bunları göz önünde bulundurmak lazım.

Son olarak benim sezon başından beri belki de kimi zaman acımasızca eleştirdiğim Sneijder’e değinmek istiyorum. Sarı kırmızı formayı giymeye başladığından beri, ilk defa Inter’deki performansını anımsatan bir Sneijder izledik. Burak’ın golü öncesi Drogba ile enfes paslaşmaları, orta sahada topla gözden kaybolup ortaya koyduğu yaratıcılığı, boş alan zekası, her fırsatta kaleyi deneyen füzeleri ile alkışı hak eden bir oyuncuydu. Sneijder bunları bir kere iki kere değil, en az 20 kere yapmalı. O zaman ligin ikinci yarısında ve Avrupa arenasında çok daha farklı bir Galatasaray izleriz. Yazının son satırlarını ise, şahsi fikrimce en güzel Türk kaleciye ayırmak isterim. Onur Kıvrak sadece Trabzonspor değil, Türk Milli Takımı için de çok büyük bir şans ve fırsattır. Dün spikerlerin en çok kullandığı cümle "Sneijder vurdu, Onur kurtardı" oldu. Maçın bu iki kahramanı ortaya koydukları futbol ile birbirlerine en az karpuz-peynir, bal-kaymak kadar yakıştı.

16 Aralık 2013 Pazartesi

Beşiktaş'ın bitmeyen çilesi

Futbol konuşalım diye ısrarla altına çizdikçe gün geçmiyor ki ülkede yeni bir olay yaşanmasın. Ve yine gün geçmiyor ki, içinden Beşiktaş geçen bir maçta tartışmalara yol açacak bir olay yaşanmasın. Özellikle bu sezon Beşiktaş’ın başına gelenler pişmiş tavuk hesabı, kimsenin başına kolay kolay gelmez.

Erken bulduğu gol ve en azından ilk yarım saat etkili futbolu ile Beşiktaş 3 puana göz kırparak maça başladı. Ancak özellikle son 4 hafta iyice belirginleşen ikinci yarı düşüşü dün yine Beşiktaş’ta kendini gösterdi. Beşiktaş’ta kademeler arasında büyük bir kopukluk var. İlk yarım saatten sonra orta sahadaki düşüş, Fernandes’in “yapmadığı” bindirmeler, Necip’in fazla defansa yakın oynaması, sağ kanatta zorlama oynatılan Oğuzhan, bunlar hep Beşiktaş’ın oyununu ve isabetli paslarını düşürüyor. Beşiktaş zaten kanatları etkin kullanamıyorken, bir de orta saha da kuru bir kalabalık yaratıp, bal yapamamaya devam ediyor.

Bu ikinci yarı sendromlarında Biliç’in en büyük hatası ise geç gelen müdahaleler. Veli’yi niye oyuna sokmadı, Holosko niye geç girdi gibi eleştirileri maçı izleyen herkes yapmıştır. Beşiktaş’ta haftalardır 90 dakika maçı çıkartan tek oyuncu müthiş refleksleri ile Tolga. Almeida’nın golünden sonra tüm takımın Tolga’ya koşup bir nevi acısını paylaşmaları ise maçın en duygulandıran karesiydi.

Şimdi buraya kadar konuştuklarımızın hepsi inadına, her şeye rağmen futbol. Ancak iki olay ve bir hakem var ki, insanı yeşil sahalardan soğutur. Sahaya giren taraftar üzerine eminim günlerce herkes konuşacak ve yine hiç bir sonuç çıkmayacak. Konu taraftarın hangi takımı tuttuğu ne amaçla sahaya girdiği değil, konu taraftar kisvesi altında bir kişinin saha içine girebiliyor olması. Bu konuda Kasımpaşa kulübüne güvenlik zafiyeti sebebi ile ilgili uyarı ve cezalar mutlaka verilmeli. O holigana ise emsal teşkil edecek bir ceza verilmeli. Verilmeli ki, artık yetsin, artık bitsin.

Bu olay sonucunda “Benim için Beşiktaş bitmiştir, Elazığ maçına çıkmam” diyen Fernandes’e ise tek bir şey söylemek lazım: “İnşallah.” Fernandes yüzünden takım haftalardır zaten 10 kişi oynuyor. Bu olay yaradıysa tek bir kişiye yaradı o da kendisi. En azından artık “oynamam” demek için bir sebebi var. Geldiği günden beri karıştığı olaylar, gece hayatı, Beşiktaşlılığı hiçe sayan duruşu, ekstra paralar isteyen şımarıklığı ve kaprisi ve tüm bunları saha içi performansına yansıtan bu futbolcudan kurtulsun artık Beşiktaş.

Dağınık bir görüntü çizen, güven vermeyen ve sonuçta bir kural hatasına imza atan hakem Barış Şimşek için ise dilerim yetkili organlar adil bir değerlendirme yapar. Kırmızı kart ile haklı olarak oyun dışı bıraktığı Almeida ve Motta’nın yerdeki taraftara tekme atması ne kadar sporcu ahlakına aykırı bir hareketse, Donk’un fazladan topu elinde tutup, oyundaki topa çarptırması da en az o kadar sporcu ahlakından uzaktır. En az o kadar kırmızı kart gerektirir.
Yine de Beşiktaşlıların her zaman dediği gibi, bazen “inadına” demek gerekir. İnadına temiz futbol.


9 Aralık 2013 Pazartesi

O artık "Sergen Hoca"

Trabzonspor taraftarını dertlendirmeye bu hafta da devam etti. Deplasman maçlarında zaten istenilen sonucu veremeyen bordo mavili ekipte, aslında kendi sahasında da bu sezon işler kör topal gidiyor.

Mustafa Hoca hafta içi, eleştiriler karşısında takımını Yunanistan Milli Takımı’na benzetmiş, tıpkı onlar gibi güçlü savunma yapmaktan bahsetmişti. Ancak dün bir kez daha gördük ki, Trabzonspor’un savunma hattı aslında tek başına Onur’dan oluşuyor. O da tabii eğer günündeyse. Kaptanın performansının düştüğü günde ise mağlubiyet kaçınılmaz oluyor. Rakip oyuncular ceza sahası içinde topa rahatça kafa vuruyor, Trabzonsporlu futbolcular ise izlemekle yetiniyor. Sonuç, Mustafa Hoca’nın Yunanistan tezi de çürüyor.

Her ne kadar Malouda gibi bazı futbolcular bireysel anlamda iyi performans sergiliyor da olsa, Karadeniz ekibi bıkkın, mücadele etmeyen bir tablo çiziyor.  Ligin neredeyse yarısına geliyoruz ve Mustafa Hoca sezon başından beri takımın başında. Ancak takımı bir türlü büyük takım gibi oynatamıyor. Takım bütünlüğü kurmak, oyunu rakip sahaya yıkmak, pozitif futbol oynatmak; bunların hepsi bu sezon Trabzonspor’da sadece hayal. Kazandığı maçlarda dahi kötü futbol oynuyor. Eleştiri ligdeki puan durumuna değil, oynadığı futbola. Evinde oynayıp, kazanırken bile Trabzonspor’u izlemek eziyet.

Ligin liderlik sıralamasındaki takımları ile arasında kadro kalitesi anlamında ciddi bir fark olabilir. Futbolcuların tecrübesi daha alt düzey olabilir. Ancak takımı mücadele eden, iyi futbol ortaya koyan bir bütünlüğe taşırsın. Olmadı taraftarı heyecanlandıracak 2-3 tane genci takıma kazandırırsın. Yine aynı puanda, ligde aynı sırada olursun. Ama taraftar bilir ki, bu takım oynuyor, istiyor, bu sene değil belki ama seneye şampiyonluğa aday olur. O zaman tribün de dolar, eleştiriler de bu düzeyde olmaz. Anlayacağınız Trabzon’da bekleneni veremeyen sadece futbolcular değil, aynı zamanda teknik ekip de...

Diğer yanda ise, beklenenin üzerinde bir performans sergileyen bir teknik direktör, Sergen Yalçın. Düşme riski taşıyan, futbolcuların motivasyonunu kaybettiği Gaziantepspor ile Hoca olarak anlaştığında, herkes “yapamaz, bir kaç haftaya yorumculuk koltuğuna geri döner,” derken, takım üzerinde psikolojik bir doping etkisi yaratmış Sergen Hoca.

Taktik formasyonu oturmuş, özgüveni artmış, derli toplu bir takım görüntüsünde Antep ekibi. Daha da önemlisi hücuma eskisine göre daha çabuk çıkıyor ve kazanmak istiyor. Teknik adam olarak belli ki soyunma odasını doldurmuş Sergen Yalçın, futbolcularla arası iyi. Herkes Hoca’sının kendisine verdiği görevi yerine getirmeye çalışıyor, saygı duyuyor. Hem de Hoca’ları ile aralarında az bir yaş farkı olmasına rağmen. Bir dönem milli takım ve Türk futbolu için ümit vaad ediyor denen ancak bir türlü istenilen çıtaya ulaşamayan Cenk Tosun’u hayata döndürmüş. Sergen Hoca şimdilik ileride iyi bir teknik direktör olacağının sinyallerini veriyor.


Bu noktadan sonra sıra taraftar ve futbol yorumcularında. Taraftar tribünü doldurup genç direktörlerine ve hevesli futbolcularına destek olmalı, futbol konuşanlar ise şunu kabul etmeli, yeşil sahalarda görmeyi özlediğimiz Sergen artık sadece Sergen değil, bundan sonra Sergen Hoca’dır.