Sahadaki hırçın
futbolcu ya da şimdinin ekranlardaki futbol yorumcusu Tümer ile değil;
Yıllar içinde
büyümüş, okuyan-dinleyen, her fırsatta şükreden, bir baba-oğul gördüğünde
burnunun direği sızlayan, tüm kırgınlıklarının z raporunu almış bir Tümer Metin
ile tanıştırmak isterim sizi...
Gerçekten yetenekli 10 numaralar Türkiye’de artık neredeyse çıkmıyor. Oğuz
Çetin, Sergen derken sen o kuşak 10 numaraların son temsilcilerindensin. Bu
durumu neye bağlıyorsun?
Aday çok geldi ama haklısın içlerinden tam
bir 10 numara çıkmadı. Bak şimdi bir örnek anlatayım. Benim çocukluğum bir evin
önündeki kömür molozlarının yığılmasıyla oluşan tepe ve hemen önündeki küçücük
bir arsada top oynamakla geçti. Biz orada üçe üç maçlar yapardık. Ne zaman ki Zonguldak’a giderim, biz burada
nasıl top oynuyormuşuz, nasıl sığıyormuşuz diye düşünürüm. O tepe bilmeden çok
şey öğretti bize. Dar alanda çabuk düşünme yetisi, çok tekrardan kazanılan
özelliklerin hepsini oradan öğrendik. Geçtiğimiz bayram aile ziyareti için
Zonguldak’a gittim. O arsa satılmış ve yerine bina yapılmış. Benim çocukluğuma
beton dökmüşler dedim. Kız kardeşimin oğlu 7 yaşında, ben onun yaşındayken tek
dünyam futboldu. Bir futbol topun varsa o en kıymetli hazinemizdi. Şimdi ki
çocukların futbol dışında yönlenebileceği o kadar çok mecra var ki. Yeğenim doğduğu
zaman Fenerbahçe’de oynuyordum, göbek bağını tesise gömmüştüm. Ama futbolla hiç
alakası olmadı. Zaten futbolcu öyle sonradan olunmuyor doğuluyor.
Şimdi aileler çocuklarını futbolcu
yapmaya, teşvik etmeye çalışıyor. Öyle olmaz, o şekilde futbolcu çıkmaz. Benim
babam beni alt yapıya yazdırdıktan sonra hiç peşimden gelmedi. Yazdırdılar ve
hiç ilgilenmediler.
Tamam sokakta futbol oynuyordunuz, istekliydiniz ama şimdi alt yapılar,
tesisler, profesyonel antrenörler var. Yani imkanlar çok daha fazla ama
yetenekli yıldız futbolcu yok.
Geçen sene 16-17 tane çeşitli yaş
gruplarından alt yapı antrenmanı izledim. 8 yaşındaki bir çocuğa pozisyon
almayı öğretme. Bırak bir topla haşır neşir olsun, bir çalım atsın. Zaten
futbolun temel birimleri içinde ters kademeyi, birebir savunmayı, alan
savunmasını, adam adamayı 20-25 gün içinde öğretirsin. Ama yeteneği nasıl
öğreteceksin?
Günümüz futbolu artık sadece istatistiğe
döndü. Rakamlar futbolda önemli kabul ama haddinden fazla önemser olduk. Kaç koşmuş,
ne kadar sprint atmış... İşin asıl özünde olan adam eksiltme, skora etki etme nerede?
Mekaniğe döndü artık futbol. Bir çok hoca tanıyorum, oyuncusuna “Gitme, mevkiinin dışına çıkma,” diyor.
Ben isyankar bir oyuncuydum. Pozisyon beni taşıyorsa golü bulmak için giderdim.
Şimdi Sergen’e ne kadar pozisyon bilgisi öğretirsen öğret, onun kafasında
bildiği bir şey var. Hakan’ın da öyleydi, benim de. Şimdi Hasan Şaş’ın elinden
isyan etme duygusunu alıp, mevkiinden çıkma deyip o mekaniğin içine sokarsan,
olmaz. Hasan sahada kavga edecek, etmeliydi. Olmuş bir futbolcunun elinden
doğasını alırsak ve o mekaniğin içine sokup, verileri kıymetli kılarsak, o
zaman işin içinden çıkamıyoruz.
Yetenekli futbolcu azaldığı gibi lider özellikli oyuncu da yok...
Onu öğretemezsin. Ben 18 yaşında
Zonguldakspor’da oynarken 36 yaşındaki adamlar vardı takımda ama iki hafta
sonra takım kaptanlığını bana verdiler. Yaptığı işi sahiplenen sonuna kadar
içine dalan bir insanım. Yani liderlik kişinin kendisiyle alakalı. Mesela
Selçuk çok düzgün bir profil, Galatasaray kaptanlığı veriyorsun, tamam kabul.
Ama liderlik illa düzgün bir profil anlamına gelmez. Sadece düzgün bir profil
olduğu için bir oyuncuya liderlik verilmez. Sadece istatistiklerine bakıp ona
da verilmez. Lider, koruyup kollayan, çekip çeviren, gerekirse isyan eden,
gerekirse sükunetini koruyan, kriz yöneten kişidir. Hasan Şaş sahada bir şeye
delirirken, kaptanı Hakan Şükür’ün ona “sakin ol” diyeceği anlar vardır ya da
altını körüklediği anlar vardır. Budur liderlik. O an ki ihtiyaca göre
davranmaktır. O an takım uyuyordur ve Hasan Şaş’ın sinirlenmesine ihtiyaç
vardır. Bir oyuncuya kaptanlık yani liderlik bunları yapabilir mi diye bakıp
verilmeli.
Biz Sergen ile bilirdik birbirimizi.
Mesela Bülent’i ikiye bir yakaladığımızda ne yapacağımızı biliyorduk. Daha golü
atmadan atacağımızı biliyorduk. Stadda herkesten önce şampiyon olduğumuzun
farkındaydık. Bunu işte yeni nesil bilmiyor. Bugün alt yapıya yazılan ve
futbolcu olmak isteyen bütün çocuklar için söylüyorum, artık biraz özenti var.
Önceden biz topa sarılmışken şimdi aileler topa sarılmış çocuğu futbolcu olsun
istiyor.
35 BİN KİŞİNİN BİRLİKTE
BESTESİNE MARUZ KALDIM, ŞİMDİ ISLIKLANMAYA TEPKİ DİYORLAR...
Bu aynı zamanda futbolcunun mental olarak da güçlü olmasının önemini
gösteriyor?
Hangimiz güçlüydük ki? Hepimiz sonradan
öğrendik. Uzun bir süre Burak ve Selçuk’a Galatasaray taraftarının verdiği
tepki konuşuldu. Biz ne tepkiler gördük. Ben Fenerbahçe’ye transfer oldum,
gittiğim gün ülkede danıştayı vurdular, ama benim transfer haberim daha önce
girdi. Üstünden 8 sene geçmiş, hala sokağa çıktığımda tepkilerini yaşıyorum.
Ben 35 bin kişinin tek bir ağızdan bestesine maruz kaldım İnönü’de. Şimdi bir
kaç seyirci ıslıklamasına tepki diyorlar ve etkileniyorlar. Biz alt yapıları
konuşacağımıza işin mentor kısmını ve futbolcunun zihinsel olarak
kuvvetlenmesini asıl konuşmalıyız.
Beşiktaş taraftarına kırgın mısın?
Değilim. Ben içimde böyle duygular
barındırmam. Bir insandan nefret ediyorsan illa ki onunla bir şeyler
paylaşmışsındır. Biz bir masal yaşadık ama bu işin doğasında ayrılık da var.
Ben de o dönem sosyal hayatımda gördüğüm tepkiyi antrenmana gittiğimde daha
fazla çalışarak üzerimden attım.
Barcelona taraftarları bir Real Madrid maçında Figo için “Senden nefret ediyoruz çünkü seni çok
sevdik,” diye bir pankart açmışlardı. Benzer duygusallığı taşıyan
Beşiktaşlılar için sormak istiyorum: Neden gittin?
Kitabımda en fazla yer alan bölüm bu. Ben
kim olduğumun çok net farkındayım. Çok aksi bir adam gibi görünsem de duygusal
tarafım her zaman ağır basmıştır. Beşiktaş’ta oynarken taraftarın bana verdiği
kıymeti kulübün vermediğine inanıyorum. Hep söylemişimdir kör ölür badem gözlü
olur. Fenerbahçe ise hayat standardımı bambaşka bir yere taşıyacak bir teklifle
geldi ve kafamı karıştırdı. Bir de o dönem kendimce bir fırsat yakaladım.
Fenerbahçe’nin 100. yıl şampiyonluğu. Kendi kendime bak bir de bu var dedim.
Beşiktaş’ta 100. yılı yaşadım, burada da yaşarsam bir futbolcu için kimseye
nasip olmayacak bir hedeftir diye düşündüm.
Aynı dönem Ajax’tan da teklif aldın ama gitmedin, neden?
Gitmemiş olduğum için pişman değilim. Ama
keşke çok erken yaşta biri elimden tutsaydı da Larissa’ya gitseydim. Yani boş
ver Beşiktaş’ı, Fenerbahçe’yi, 23 yaşına kadar Larissa’da oynasaydım, sonra
Olympiakos’a transfer olurdum. Son 15 yıldır Şampiyonlar Ligi’nde oynuyorlar.
İki sene Şampiyonlar Ligi’nde iyi maçlar çıkarıp 27 yaşında Real Sociedad,
Deportivo gibi bir kulüp, ardından 29 yaşında Barcelona’da oynardım.
GALATASARAY MAÇLARINDAN SONRA
FENERBAHÇE BAŞKANI SOYUNMA ODASINA GELİP “BAYRAMINIZ
MÜBAREK OLSUN” DER...
Türkiye’nin iki büyük kulübünde oynadın. Derbi maçlarına çıkmadan önce iki
kulübün soyunma odalarındaki atmosferde nasıl farklılıklar var?
Ben derbi dışındaki maçlarda takımla
beraber hareket etmeyi severdim. Ama derbi günü çekerdim kendimi. O gün
ısınmaya çıkana kadar maçı düşünmek istemezdim. Çünkü bir gece önce maçı
yaşardım kafamda. Kim nasıl oynayacak, kaç gol nasıl atacak kafamda oynar bitirirdim.
Mesela Fenerbahçe için Galatasaray derbileri maç değil bayramdır. Kazandığınız
dakika başkan soyunma odasına gelir ve “Bayramınız
mübarek olsun,” der. Şimdi bu seviyede yaşanan duygular için buna maç
diyemezsin artık bu başka bir şeydir. Eminim Galatasaray için de böyledir bu.
Galatasaray’dan hiç teklif almadın mı?
Aslında bana ilk teklif Galatasaray’dan
geldi. Mehmet Cansun başkandı, kibarca “Ben
çocukken sarı fırtına Metin oluyordum,” deyip reddettim ve Beşiktaş’a
gittim. Sonra bir kez daha teklif aldım. Fatih Hoca’nın Milan’dan döndüğü
zamandı. Biz de Şenol Hoca ile milli takım kampındaydık. Beşiktaş’ta kontratım
bitiyordu. O dönem çok istediler almayı. Ama kulübe yapılmış bir teklif
değildi, Fatih Hoca ile benim aramda geçen bir konuşmaydı. O günün şartlarında
olmayacağını ikimiz de biliyorduk.
Peki sen oynadığın dönemde kendini zihinsel olarak nasıl kuvvetlendirdin?
Benim hayatımda çok önemli dönüm noktaları
var. Mesela milli takımda Fatih Hoca’nın geldiği 3 maçlık bir dönem var.
Danimarka, Ukrayna, Arnavutluk maçlarının olduğu dönem. Ben bambaşka bir adama
dönüştüm. Attığım goller için demiyorum. Fatih Hoca gibi bir figür ve Acar
Baltaş gibi bir mentor girdi hayatıma. Acar Baltaş ile paylaştığım özel şeyleri
vücuduma dövme yaptırdım. Bana dedi ki, “Kişi
kendini bir şeye adarsa Tanrı da harekete geçer.” Ben o dönem kendimi
adadım işte. 2006 Dünya Kupası’na 32 yaşında bir adamın gitme hayali vardı.
Baraja kadar getirdik olmadı. Tamam yapayım olmasın, ama en azından deneyeyim.
Kitabında İsviçre ile oynadığımız o olaylı baraj maçları bölümünü çok kısa
geçmişsin. Sahanın içinden biri olarak neden daha detaylı paylaşmaktan
çekindin?
Daha detaylı giremezsin çünkü. Öncesi,
sonrası, bütün yaşananlar, perde arkası ile 300 sayfa yazarım. Ama daha başrol
oyuncusu olanlar var. Emre Belözoğlu, Fatih Tekke, Hakan Şükür, Alpay Özalan. Daha
1. dakikada Alpay penaltı yaptırdı. Onun 500 sayfa, Hoca’nın 1000 sayfa yazması
gerekir. Onlar yazsın okuyalım. Benim elimden bu kadarı geldi.
FUTBOLCUNUN VERDİĞİ TEPKİLERİN
TEK SEBEBİ VAR: KAYBETME KORKUSU
Geriye dönsen neleri değiştirmek isterdin?
Mümkünse aynı şekilde yaşayayım. Daha kati
ve sağlıklı kararlar alabileceğim olaylar olur. Mesela şu an bir TV programı
yapıyorum. Erkan Zengin Türk Telekom Arena’da oyundan çıkıyor ve formayı
çıkarıyor. Oyundan alındığı için bir isyanı var. Bunu dışarıdan bakan herkes
şöyle yorumlayabilir, “Hocasına tavır
yapıyor.” Futbolcu önce kendine isyan eder, kötü oynamıştır, skorda etkisi
yoktur. Psikolojik olarak onun altında ezilir. Dolayısıyla hocasına olan
tavrını böyle de yorumlamak lazım. Futbolcunun verdiği bütün tepkilerin altında
tek bir neden yatar: Kaybetme korkusu. Takım, taraftar, aidiyet duygusu, kulüp
falan hiç bir şey önemli değildir. Futbolcunun öz benliğinde futbol bitecek ve
ben ondan sonra ki hayatımda kaybetme duygusunu içimde yaşayacağım vardır. Erkan’ın
yaptığını ben de yaptım. Hatta boğaz boğaza geldiğim hocalar oldu. Şimdi geriye
dönsem bunları yapmam dememi bekliyorsun benden biliyorum. Ama yine yaparım.
Değişmedim ki. Benim ilk gençliğim Zonguldak’da geçti. Sonra İstanbul’da ve
yurtdışında yaşadım. Çok geliştim kabul ama ruhumdaki alt yapı Zonguldak’ın o
dar sokakları. Bazen Zonguldak Kozlu Tümer’i tutamıyorum çıkıyor içimden.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmayı tercih etmemende de bu
kaybetme korkusu yatıyor olabilir mi? Futbolculuk dönemin kadar başarılı
olamayacağından korkmuş olabilir misin?
Bir futbolcu futbolu bırakınca hemen ne
yapacak sorusu gündeme geliyor. Ticaret desen, yapanların hepsi başarısız
olmuş. Tek sığındıkları yer sahaya inmek. Çünkü bütün hayatın öyle geçmiş, tek
bildiğin o. Hepsinin hayali büyük bir takım çalıştırmak ve başarılı olmak. Aday
ise binlerce. Aralarından sıyrıl sıyrılabilirsen. Çok iyi futbolcuydun, çok iyi
hoca olursun diye bir kural da yok. Sadece çok üst düzey futbol oynadıysan, o
adaylar arasından bir mevki edinmen daha kolay oluyor. Ama başarılı olup
olmayacağın tartışılır. Futbola hizmet etmenin sadece teknik adamlıkla olduğunu
düşünmüyorum. Ben şu an doğru yorumu yaparak Türk futboluna hizmet ediyorum.
Çünkü biliyorum ki, bugün oynayan bir futbolcu benim ağzımdan çıkacak bir
yorumu bekliyorlar, dikkat ediyorlar.
Başka nasıl hizmet edebilirdim diye düşünüyor musun?
Neden federasyonda çalışamıyoruz? Dünyanın
her yerinde futbolu bırakan herkes ülke federasyonunda görev alabiliyor. Neden
galerici, inşaatçı, demirci futbolun karar mekanizmasında da, Hakan Şükür,
Sergen Yalçın, Tümer Metin değil? Bir örnek vereyim. Yunanistan’a transfer
oldum. İlk gün öğlen uyudum akşam üzeri antrenman var. Kapım çaldı, dünyanın en
güzel kadınlarından biri. Dedim ben güzel bir ülkeye geldim herhalde. Bana
sendika başkanı aşağıda sizi bekliyor dedi. Eski takım arkadaşım Giannakopoulos
futbolu bırakmış ve sendika başkanı olmuş. Hemen seni sendikaya bağlıyorlar ve
bütün sorunlarınla ilgileniyorlar. Benim dönerken kulüpten alacağım vardı.
Onlar mahkemeye gidip hallettiler.
FATİH TEKKE KURŞUNLANDIĞINDA 16
KULÜP KAPTANINI ARADIM...
Türkiye’de neden o seviyede değiliz?
Bak sana bir şey söyleyeyim, futbolun en
temel öğesi futbolcu değil mi? Saha kötü olunca değiştir zemini. Seyircisiz de
maç oynanabiliyor. Ama futbolcu olmayınca ne yapacaksın? Fatih Tekke
kurşunlandığında 16 tane kulüp kaptanını aradım. “Bu hafta maçlara 10 dakika geç çıkalım,” dedim. Çıkma demiyorum. O
zaten büyük devrim. Ama 10 dakika geç çıkabilirsin. Bütün her şey sekteye
uğrar. Yayın, reklam, sponsorluk anlaşmaları. Biz buradayız, biz olmadan hiç
bir şey olmaz mesajını en güzel şekilde vermiş olacaktık. Yapsak yıkılırdı
ortalık. Kimse yapamadı.
Türk futbolunun devrime ihtiyacı var diye yıllardır konuşulur. Sen karar
mekanizmasında olsan nasıl bir devrim yapardın?
Ne zaman ki Türk futbolunda devrim konusu
açılsa herkes hemen alt yapı diyor. Bu çok uzun vadeli bir ütopyadır. Alt
yapıda yapacağın devrim sana ancak 15 sene sonra geri döner. Kısa vade için
çözüm? Yok. Hadi üst yapıyı değiştirelim o zaman. O da ancak karar
mekanizmalarına futbolun tozunu yutmuş insanların oturmasıyla olur. Ve ahbap
çavuş ilişkisinin bitmesi lazım.
Üst yapıyı değiştirmek için önce üst düzey futbol oynayan futbolculara da
ihtiyaç yok mu?
Biz Samsun’dan İlhan’la beraber geldik
Beşiktaş’a. Celil Sağır, Cenk İşler, Ali Akdeniz de Samsun’dan geldi.
Gençlerbirliği’nden Ümit Karan geldi mesela. Şimdi Anadolu’nun yıldızı olarak
bizim geldiğimiz gibi Tarık Çamdal geliyor, Veysel Sarı geliyor. Yarın bir gün
Erkan Zengin gelecek. Ama burası başka bir şey. Burak Yılmaz, Beşiktaş’tan
Fenerbahçe’ye gidiyor, olmuyor. Sonra Trabzon’da Şenol Hoca akademisinde ona
göre bir sistem kuruluyor ve başarılı oluyor. Galatasaray’a geliyor çok
başarılı iki sezon geçiriyor ve şimdi en çok eleştirilen oyunculardan biri.
Neden? Çünkü burada çıta hep çok yüksek. Altında oynama şansın yok.
Böyle üst seviyede oynayan futbolcuların sürekli aynı seviyede oynamak için
hep bir itici güce ihtiyaçları var mı? Başta belki hoca verir o gücü ama hoca gidince
de futbolcunun kendi o gücü yaratması gerekmez mi?
Real Madrid’in İstanbul’da 6 gol attığı
maçı izledin değil mi? 5. golde Ronaldo’nun attığı sprinti hatırlıyor musun?
Ronaldo’ya 5. gol için motivasyon mu ya da itici bir güç mü lazım? Ama adamın
kendine koyduğu bir hedefi var. Arkadan Messi geliyor, önde Raul var.
Şampiyonlar Ligi’nde en fazla gol atan oyuncu unvanını önce ben yakalayacağım
diyor. Bugün bizim eleştirdiğimiz yıldız dediğimiz oyuncularımızın sorunu bu:
Kişisel hedefleri yok.
EMRE SAHADA NEDEN SİNİRLENİYOR
ANLIYORUM
Pasa dayalı futbol mu, hızlı tempolu futbol mu?
İkisi de. Bak sana şöyle cevap vereyim.
Sence dünyanın en hızlı futbolcusu kim?
Ronaldo.
Bence Pirlo. Çünkü daha çabuk düşünüyor ve
topu daha hızlı kullanıyor. Hız, kuvvet dayanıklılığı, tempo, koordinasyon,
yetenek bunların hepsi futbolun içinde çok önemli yer tutuyor. Ama bence en
önemlisi beyin-ayak koordinasyonu. Ronaldo’nun ilk zamanlarındaki görüntülerini
hatırlıyorum. Bir çocuk geliyor diye konuşuyordu herkes. Duran topun sağından
solundan fake atıyordu. Her futbolcu bunu bir iki kez yapabilir de, sekiz on
kez yapınca bambaşka biri geliyor diyorsun. Şimdi yapmıyor Ronaldo onu. O zaman
o mecraya girebilmek için ona ihtiyacı vardı. Şimdi başka bir oyuncuya büründü.
Zaten istese de şu an müsaade etmiyorlar yapmasına. O yüzden Pirlo sırıtmıyor.
Çünkü eskiyi de gördü, bugüne de çok kolay entegre oldu. Mesela Selçuk’un
geldiğinden bu yana istatistiklerine bakalım. Eminim rakamsal istatistikleri
Pirlo’dan daha iyidir. Ama biz de sabır diye bir şey yok.
Şu an Türk futbolunun lider özellikli oyuncusu kim?
Şu an oynayan bir çok oyuncuyu alalım
bizim dönemimizdeki kadroların içine koyalım, oynama şansları yok. Ve bunlar şu
an yıldız seviyesindeler. Sadece bir kaç oyuncu sayabilirim oynayabilecek.
Arda, zeka ile hemen o döneme entegre olabilir. Selçuk’u da koy o bölgeye bizle
beraber oynar. Emre Belözoğlu zaten oynadığı için saymıyorum. İyi bir Gökhan ve
Caner yine oynayabilir.
Emre demişken, ligin en tecrübeli oyuncusu ve hala öfkesini kontrol
edemiyor.
Bir gün cezalıyım genç oyuncular ile
antrenman yapıyorum. Bir genç oyuncu aynı hatayı 3-4 defa yapınca ben de tepki
gösterdim. Antrenman bitiminde Zico bana dedi ki, “Neden sinirlendiğini anlıyorum. İstiyorsun ki senin gibi düşünsün.”
Şimdi yorumculuk yaparken de, bazen aynı şekilde sinirleniyorum. Chedjou
Semih’in önüne bir top atıyor, Semih’in topla o mesafeyi ket edebilme ihtimali
yok. Halbuki biraz önüne atsa, Semih topsuz o mesafeyi koşup topla buluşacak.
Oynatmak işte böyle bir şey. Futbolcu birbirini tanımalı. İşte Emre’nin genelde
sinirlendiği konular da bu tip şeyler. Şimdi yanında oynayan yeni nesil
oyuncuların yaşadıklarını Emre yaşadığı için, biraz da hiyerarşik düzenden, “Biz böyle yapamıyorduk, bunlar ne yapıyor,”
diye bir isyanı var Emre’nin. Bir de Emre istiyor ki, kimse ona dokunmasın faul
yapmasın. Yahu Messi’ye ne fauller yapıyorlar dönüp gidiyor adam. Senin
ekonomik kaygın yok, bu ligin en deneyimli oyuncususun, gelecek korkun yok,
neden kavga ediyorsun? Bu artık yapı falan değil. Emre’yi tanıyanlar dışarıda
çok iyi insan diyorlar. Dışarıda da Emre’nin damarına basalım bakalım ne
olacak? Bir insanın bir tane karakteri olur. Ben saha içinde de agresif bir
adamdım, dışarıda da.
Ne seni çok sinirlendirir?
Salaklık ve adaletsizlik. Hayatımda hiç
kimseye saygısızlık yapmadım. Kalabalığın içinde yürürüm kimseyi rahatsız
etmem, kimsenin ayağına basmam. O yüzden bu tip şeylerin yapılmasına tahammülüm
yok.
İNSANLARIN BENİ ÖNEMSEDİĞİ
KADAR KENDİMİ ÖNEMSEMEDİM
Futbolcuyken de giyimine özen gösteren biriydin ama şu an modaya daha
ilgilisin sanki. Kitap, giyim, kuşam derken ortada bir Tümer Metin imajı var. Bu
bir imaj çalışmasının sonucu mu?
Alakası yok. Sadece güne entegre oluyorum.
Kıyafete artık eskisi kadar para harcamıyorum. Zaten giyecek zamanım da yok.
Haftanın üç günü kanaldayım ve sponsorla giyiniyorum. Artık sadece gardırobu
tamamlayacak özel bir şey gördüğüm zaman alıyorum. Mesela eskiden kalma
kotlarım var, ben bunları nasıl giyiyormuşum diyorum. Gidip yeni kot almaktansa
o kotu tadilata verip 10 senenin keyfi ile giyiyorum.
Tümer Metin kimdir?
Çok zor bir soru bu. Samimiyetle
söyleyeceğim şu olur, ben hayatım boyunca insanların beni önemsediği kadar
kendimi hiç önemsemedim. Bu kadar bir adamım işte ben.
En önemli kusurun ne?
Sinirlendiğimde kıvılcımların çaktığı
zamanlar oluyor. Gerçi futbolu bıraktıktan sonra tansiyon biraz daha düştü. Şu
an Şansal Ağabey’den çok şey öğreniyorum. Onun o babacan, insanı koruyup
kollayan bilge tarafı bana da bir şeyler katıyor. Ama ne kadar törpülemeye
çalışsam da bazen sinir katsayım çok çabuk yukarı çıkabiliyor.
Haftada kaç gün spor yapıyorsun?
Hiç yapmıyorum. Evimde bir bench press’im,
bir de daha komplike içinde omuzu, bacağı falan aynı andan çalışabileceğim bir aletim
varım. Bazen dergiden o sayfaları yırtıp önüme koyup çalışıyorum. Ama düzenli
değilim, canım isteyince yapıyorum. Çok uzun seneler profesyonel spor yapınca
yoruldum artık. Şu an benim için en büyük zulüm koşmak, koşamıyorum. Alpay
kadar çalışmıyorum yaniJ
Hayat sloganın ne?
Kişi kendini bir şeye adadı mı Tanrı da
harekete geçer.
Mutluluk rüyan ne?
Benim rüyalarım çok karmaşık. Sanki
saatler sürüyor, bildiğin film gibi. Yastığa başını koyduğu zaman
uyuyabilenlerden hiç olmadım. Zor uykuya dalarım. Bu soruyu rüya anlamında
sormadığının farkındayım. 15 sene önce bugün yaşadıklarımı yaşayacağımı tahmin
ediyordum. 10 sene sonra nerede olacağımı da biliyorum.
Nerede olacaksın?
Çeşme’de yaşayacağım. Balığa gideyim,
mangal yakayım, sakin, huzurlu bir hayatım olsun. Oradan gazeteye yazımı
göndereyim, kitap yazayım, haftada 2 gün geleyim televizyon programı yapıp
döneyim.
Bir kitap daha yazacak mısın?
Belki de yazmışımdır. Futbol ile alakalı
değil ama hastalıklı bir aşk hikayesi yazdım.
“Metin Olmak” kitabını yazmaya ne zaman karar verdin?
Fenerbahçe’ye transfer olduğum dönemde. O
dönem susmam gerekiyordu ama futbolu bırakınca özellikle transfer aşamasında
yaşadıklarımı yazmayı planlamıştım. O hikayenin benim ağzımdan anlatılması
gerekiyordu. Ben bir anlatayım seven sevmeyen o zaman belli olsun dedim.
ÇOCUĞUM OLSUN İSTERİM AMA KİMLE
OLACAK BİLMİYORUM
En son ne zaman ağladın?
Ben ağlarım ya. Katı bir tarafım yoktur.
Bir filmde, çocuğun babasıyla bir diyaloğu burnumun direğini sızlatır.
Dayı olduğunu ve yeğenine çok düşkün olduğunu biliyorum. Tümer Metin baba
olmayacak mı?
Nasip. Bunu kendi başıma yapamam tabi. Bir
süreçten geçtim ben. Evliliğim bitti. Şu an bambaşka bir adama dönüştüm. Hayata
dair beklentilerim çok değişti. Çocuk fikrine kapalı değilim ama kimle
yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
Korkuların var mı?
Çok. Yakınlarımı kaybetme korkum çok
fazla. Kontrol freak oluyorum bazen. Babam Zonguldak’tan Alanya’ya yazlığa
kendi arabasıyla gitmek istiyor. Büyük kavgalar ediyoruz. Çünkü ben o arada
felaket senaryoları yazıyorum. Onlar gidene kadar o yol bana bitmiyor.
Zaman içinde neler değişti hayatında?
Pek bir şey değişmedi sadece hayatımda
değiştiremeyeceğim gerçeklerle yaşamayı öğrendim. Bakıyorum herkes trafikten
şikayetçi oluyor. Ben şikayetçi olmuyorum, şükrediyorum. Bir arabam olduğuna,
belediye otobüsünde sıcakta terleyerek gitmek yerine kendi arabamda oturduğuma
şükrediyorum. Ya da insanlar sıcaktan şikayet ediyorlar. Böyle şey olur mu?
Gölge varsa oturursun, kliman varsa açarsın, hiç biri yoksa tevekkelle kabul
edersin.
Kitabın sonunda teşekkür ettiğin isimler var. Onların dışında bugün geriye
dönüp 3 kişiye teşekkür etmek istesen, kimler olur?
Acar Baltaş’a teşekkür etmek isterim.
2005-2006 döneminde içimdeki puzzle’ın tamamlanmayan bölümlerini benim adıma
tamamladığı için. Çok korkusu olan bir adamdım. Ama anladım ki, dünyanın
neresine gidersem gideyim yaşarım. Ne olacağım korkusunu içinde çok barındıran
bir adamdım. Ama artık sıfırdan başlayıp yaşayabilirim.
Futbolu bıraktıktan sonra fikir
alışverişinde bulunduğum, kitabın yapım aşamasındaki tüm desteklerinden dolayı
Heval El-hüseyni’ye çok teşekkür ederim.
Babama teşekkür ederim. Bana bu genleri
verdiği için. Hayata dair hiç bir şey bilmiyorken, bana sevgi saygı anlamında
bütün öğrettikleri için.
Gezdiğin ve en beğendiğin yer
Yunanistan’da Zakynthos adası.
Çok görmek istediğin ama henüz gidemediğin yer
Karnaval dönemi Rio. O konvoyun içinde
coşkuyla yürümeyi çok istiyorum.
İstanbul’da nerelere gidersin?
Bebek, Etiler, Ortaköy’ü çok severim. Bir
de benim kalelerim vardır kimsenin bilmediği. İstanbul’a yarım saat mesafede
gün batımı çok güzel olan, salaş, taze balık yiyebileceğin yerler. Şehrin
içinde de kimsenin dikkatini çekmeden rahat oturabileceğin kafeler biliyorum
ama sakın isimlerini sorma söylememJ
Hangi parfümü kullanırsın?
Bulgari Aqua. O konuda çok tutucuyum.
Yıllardır aynı ve değiştirmeye teşebbüs dahi etmem.
Araba merakın var mı?
O konuda da çok tutucuyum. Arabam hala
2008 model ve daha 40 binde. Yurtdışında çok üst düzey arabalar kullandım.
Yollar daha müsait orada. Hatta bir tanesini perte çıkardım. Burada 6 yıldır
911 Carrera Turbo’m var. Bir de jeepim vardı. Bir hafta önce çok radikal bir
karar alıp sattım ve yerine şoförlü bir minibüse geçtim. Şimdi trafikte en
azından işlerimi halledebiliyorum.
Evde hayvan besliyor musun?
Geçmişte oldu ama sonra babama verdim daha
doğal bir ortamda yaşasınlar diye. Çok seviyorum ama evde doğru bulmuyorum.
Zaman ayırman ve ona göre yaşaman gerek.