18 Haziran 2012 Pazartesi

Gitme Kal Diyemedim


Türkiye’de bir zamanlar 3 büyükler vardı. Sonra Anadolu’dan, kuzeyin hırçın oğlu Trabzonspor çıktı ve “Ben de buradayım” dedi. 
Trabzon futbolla yaşayan bir şehir. Orada futbol sadece futbol değil, sahada oynanan bir oyun değildir. Çünkü Trabzon demek, Trabzonspor demektir. Şehrin ilk beden eğitimi öğretmeni olan Avni Aker’in ismini stadına veren yerdir Trabzon ve Trabzonspor. 
Karadenizli balıkçılar kuzeyden esen rüzgara ‘Yıldız’ derler. Sanki tam da bu sebeptenmiş gibi çok sayıda ‘Yıldız’ futbolcu çıktı Trabzon’dan. Hami Mandıralı, Ogün Temizkanoğlu, Tolunay Kafkas, Abdullah Ercan... Bu nostalji nereden çıktı şimdi diyebilirsiniz? Günlerdir gazetelerde Burak Yılmaz’ın transfer dedikodularını okurken aklıma geldi. 

Trabzon’da uzun süredir bir gariplik var. Önce Selçuk İnan, Engin Baytar ve Ceyhun Gülselam’ı kaybettiler, arkasından Egemen Korkmaz. Son olarak bu hafta Umut Bulut da bu listeye eklendi. Kim bilir belki de arkasından Burak Yılmaz gelecek. Burak’ın sözleşmesi gereği önce Avrupa’ya, ardından hülle yoluyla Galatasaray’a geleceği konuşuluyor. Olası bir ihtimal.
Bu futbolcuların hepsinin ortak noktası Trabzon’da pişip, parlayıp sonra ver elini taşı toprağı altın şehir İstanbul demeleri. Peki nedir bu futbolcuları Trabzon’dan koparan? Sadece İstanbul büyük şehir, imkanlar sınırsız dememişlerdir herhalde. 

Ya da hepsinin de mi teknik heyetle problemi vardı? Ya da hepsi mi çok para istedi? 
Kimse kendini kandırmasın. Trabzonsporlu yöneticiler kulüp içinde ‘bağlılık’ duygusunu oluşturamıyor, her gidene “Aman boşver gitsin, nasıl olsa yeri dolar” diye yaklaşıyor. Bu kafayla daha çok yıldız futbolcu çıkar Trabzon’dan ancak bunların kaçı oynar bordo-mavi formayla belli olmaz. 3 büyüklerin yanına 4. büyük olmak sadece şampiyonluk sayısıyla olmaz. Kulübün renklerine adanmış hayatlar da gerektirir. Bir dönem milli takıma da kaptanlık etmiş Ünal Karaman’a sahip çıkmayı gerektirir. Bir kulübü büyük yapan yöneticiler değil futbolculardır. İşte bu sebeple Trabzon’da kafalar acilen değişmeli. 

Bu yazının finalini ben değil, taraftarlığına büyük saygı duyduğum Kazım Koyuncu yapsın; kim bilir belki birkaç Trabzonsporlu yöneticinin de kulağına inceden bir nağme olur:
“Bendeki Trabzonspor sadece futbolu temsil etmiyor, zaten etmemeli de... Trabzonspor, Türkiye’de sürekli şampiyon olanlar dışında olan, her şeyi temsil ediyor. Eğer varlığımızı anlamlandıran değerlerimizi unutursak, 3 büyüklerin yanına 4. büyük olmanın da hiçbir önemi yok. Trabzonspor, en güçlülere karşı koyan ve herkesi yenen hayali bir kahramandı. Ve öyle bir kahramandı ki statükoyu bile devirmişti…” (Kazım Koyuncu)

3 Haziran 2012 Pazar

Oğlum Bak Git


Ben Beşiktaşlı değilim. Babam da değil. Onun babası da değildi. Ancak bugün Türkiye’nin bu güzide takımına yapılanlara en çok üzülenlerden biri de bizleriz. Ben yaş haddinden hatırlayamıyorum, babam anlattı. 79-80 sezonunda Beşiktaş ligi 11. sırada kapamış. “Tarihin en kötü Beşiktaş’ıydı dedik hepimiz, neredeyse küme düşüyordu” dedi babam. O dönem kaptan Rasim Kara. Ligin son maçında, “Bu neticeden dolayı elbette çok üzügünüz ancak ondan daha da önemlisi, bizi bu halde bugün bile yalnız bırakmayan, destekleyen taraftara karşı çok mahcubuz” demiş. O gün, küme düşmekten son anda kurtulan Beşiktaş’ın ne itibari zedelenmiş, ne taraftarı küsmüş, ne de futbolcusu gitmek istemiş.

Şimdi o Beşiktaş’ı, Beşiktaşlıları dinledikten sonra, kimse bana 2004’den bu yıla kadar bu kulübe yöneticilik yapanların Beşiktaşlı olduğunu anlatmasın. O gün "ibra etmemek bize göre değil" deyip, şimdilerde de "100 bin üye bize uygun değil!" diyenlerin Beşiktaşlı duruşu olduğundan kimse bahsetmesin. Baba Hakkı’nın, Vedat Okyar’ın, Rıza’nın, Şifo Mehmet’in, Takoz Recep’in, kaptan olduğu takımı; son yıllarda “kaptansız” bırakanların da Beşiktaşlı olduğunu konuşmayalım sakın.

Sadece bu kadar mı? Sezon başında futbolcuya lisans alabilmek için kulüplerin “futbolcuya borcumuz yoktur” kağıdı ile UEFA’ya başvurması gerekiyor. Futbolcusundan habersiz, borcu olduğu halde yoktur diye “sahte” belge düzenleyip UEFA’ya başvuranların Beşiktaşlılığını napalım?
Ya da gelin son 8 sezonda Beşiktaş’ın kazandığı kupalar ile harcadığı paraları orantılayalım. Kupa başına tam 110 milyon TL düşüyor. Türkiye’de kupa kazanmak bu kadar pahalıymış işte. Şimdi bu paraları harcayanların da Beşiktaşlı olduğuna mı inanalım?

Bir dönem Mourinho’yu cepten aramakla övünen eski başkan, geçenlerde Mourinho Türkiye’ye geldiğinde yaptığı röportajı okudu mu acaba?

“-Beşiktaş’a gelir misin?
Mourinho “Hayır” anlamında elini salladı.

-Gelmem. Real Madrid’in üç eski teknik direktörü Toshack, Del Bosque ve Schuster Beşiktaş’a geldi, üçü de kovuldu. Dördüncü olmak istemem.”

Yüzyıllık çınar Beşiktaş, tarihinde çok defa “kötü günler” gördü, ama son 8 yıla kadar “kötü insanlar” hiç görmemişti. Kötü oynamış, transfer yapamamış, şampiyon olamamış ama ne Beşiktaşlı duruşunu, ne de itibarını kaybetmemişti.

Ben Beşiktaşlı değilim ancak çok sevdiğim Beşiktaşlılar var. Hepsi de güzel insanlar. Tüm camianın birilerini göreve çağırdığı, elini taşın altına koymaya davet ettiği şu günlerde, ben de güzel rakibim Beşiktaş için sayın Erdoğan Demirören’den şunu duymayı bekliyorum:
“Oğlum bak git”