21 Mart 2016 Pazartesi

Hayallerinin peşinde: ATINÇ NUKAN

Genç yaşına rağmen siyah beyazlı ekipte altı farklı hoca ile çalışıp her birinden izler taşıyan, konuştukça sergilediği olgun tavır ve dolu dolu kültürüyle insanı şaşırtan farklı bir adam, Atınç Nukan. Konfüçyus der ki;  “Olgun insan güzel söz söyleyen değil, söylediğini yapan ve yapabileceğini söyleyen insandır.” Atınç da kısa sürede söylediği bir çok hedefini gerçekleştirdi, bakın şimdi sırada neler var...



Futbolcu olmaya nasıl karar verdin?
Aslında öyle bir karar vermedim. Annem anlatıyor ben tam hatırlayamıyorum. Sabah uyanır uyanmaz topu elime alıp, her yere yanımda taşıyormuşum. Yaşım biraz daha büyüyünce hatırlıyorum, akşama kadar sokakta top oynuyordum. Futbola aşıktım anlayacağın o yüzden böyle karar vererek olmadı. Ama bir kulüpte lisanslı oynamaya başladığım zaman 8 yaşımdaydım. Babam beni Küçükçekmecespor’a götürmüştü.

Ailede başka sporcu var mı?
13 yaşında bir kardeşim var. O da benim gibi uzun boylu, okulda basketbol oynuyor. Babam da eski futbolcu. 2. Liglerde profesyonel oynamış, onun dışında henüz yok.

Sana kimse “Oğlum boyun uzun, sen basketçi ol” demedi mi?
Demedi çünkü Allah vergisi derler ya hani, işte öyle bir eğilimim vardı futbola. O yüzden herkes daha ben çocukken benim futbolcu olacağımı tahmin ediyormuş.

Atınç’ın anlamı ne?
Atik, atılgan demek. Babamın aynı isimde bir arkadaşı varmış. Annemle tanıştıkları zaman annem ismini çok beğenmiş, öyle karar vermişler.

Beşiktaş’la A takıma Mustafa Denizli döneminde çıktın. O zamana kadar ki en büyük hayalin bu muydu?
Tabi. Hatta ondan bir kaç ay önce biz Mecidiyeköy’den Fulya’ya antrenmanlara gitmek için yürüyorduk. Giderken o yokuşta hep düşünüyordum, “Acaba ben de bir gün Beşiktaş’ta oynayacak mıyım?” diye. Çünkü bir sene öncesine kadar top topluyorduk. Sonra Fenerbahçe ile oynadığımız bir A2 maçı sonrasında Mustafa Hoca beni çağırdı. Profesyonel sözleşme imzaladık, hemen peşinden de kadroya girdim. Benim kariyerimde Mustafa Hoca’nın yeri çok önemlidir.

Mustafa Hoca seni şimdi arasa ve “Atınç sana ihtiyacım var Galatasaray’a gel” dese...
Bilmiyorum, bir şey söylemem ama şu an hedeflerim içinde yakın zamanda Türkiye’ye dönmek yok.

Beşiktaş’ta çıktığın o ilk maç öncesi Mustafa Hoca sana özeli bir şey söyledi mi?
“A2’de nasıl oynuyorsan burada da öyle oyna, kimse sana karışmayacak, çık istediğin futbolu oyna, ben sana güveniyorum.” dedi. O maçtan önce de ilk A takımla antrenmanlara çıkmaya başladığımda, beni odasına çağırıp özel bir görüşme yaptı. Benden neler beklediğini anlattı. Bir gün büyük bir futbolcu olsam da her zaman alçakgönüllü olmayı, büyüdükçe küçülmenin önemini anlattı. Bu da bence Türk futbolunda önemli bir problem. Çünkü genç yaşta parlayan futbolcular gerek çevrenin gerek medyanın etkisiyle bir anda göklere çıkarılıp, bir anda yerlere vurulabiliyor. Bunu o yaşta bir gencin içinde iyi idare edip dengeleyebilmesi çok önemli.

Sana bu anlamda düzenli destek olan profesyonel birileri oldu mu?
Hayır, sadece ailem. Beni bu konuda çok iyi eğittiler. Geçen sene oynamaya başladığım dönemlerde Biliç bana “Röportaj yapmanı istemiyorum,” demişti. Türk medyasını tanımıştı ve bir anda havaya kapılmamamı isteyip böyle bir yasak koymuştu.

İnönü’ye ilk çıktığın maç. O tünelden sahaya çıkmak için yürürken neler hissettin?
Kadroya ilk girdiğim maç Sivasspor maçı. Maç başladı, ben daha yedek kulübesinde otururken ayaklarım titriyordu. Bunu mecazi anlamda söylemiyorum gerçekten titriyordu. O maç oynamadım. Bir daha ki Manisaspor maçında, Rıdvan Şimşek’in maalesef ayağı kırıldı. Onun için üzücü bu an, benim oyuna girmeme vesile oldu. 42. dakikada oyuna girmiştim ve devre bitene kadar içimden dua okumuştum. 16 yaşımdaydım. Devre arasında hem hoca hem de abilerim beni çok rahatlattılar, maçı da kazanmıştık. Hayatımın en mutlu anıdır benim için.

Beşiktaş taraftarının maç sırasında futbolcular üzerinde ciddi bir baskısı oluyor mu?
Bütün taraftarların var. Beşiktaş taraftarı biraz daha coşkulu. Ben hiç bir zaman olumsuz anlamda bir baskı hissetmedim. Bana hep destek oldular ve onlardan hep kuvvet aldım. Atmosfer futbolun en önemli etmeni. Dolu tribünlere oynanan maç futbolun kalitesini artırıyor ve futbolcuyu ekstra motive ediyor. Ben rakip sahada da tribünlerin dolu olmasını ve bizim üzerimizde kurmak istedikleri negatif baskıyı da seviyorum. O da futbolun bir parçası ve sizi oyunun içinde daha zinde tutuyor.

Sen takım çalışmaları dışında da izin ya da tatil günlerinde de çalışan bireysel antrenman yapan bir futbolcusun. Bunun faydasını anlatsana?
Özellikle kadro dışı kaldığımda, maç eksiğimi kapatmak için ekstra çalışmak zorundaydım. Bir futbolcu için düzenli maç oynamak çok önemli. Ama bunu sadece kadro dışı diye de sınırlandırmamak lazım. Bireysel çalışma bir futbolcu için olmazsa olmaz. Sadece yeteneğinize güvenip, başarılı olamazsınız. Bugün dünyanın en iyi futbolcusu Cristiano Ronaldo, sürekli ekstra antrenmanlar yapıyor. Çünkü takım antrenmanıyla günü geçirirsin ama ekstra yaptığın her idman seni daha ileri taşır. Biri benden daha çok tesiste kaldığında ben kendimi iyi hissetmiyorum, daha çok çalışmam lazım diye düşünüyorum.




SAMET AYBABA DÖNEMİNDE TESİSLERE ALINMADIM

Beşiktaş’ta Mustafa Denizli döneminden sonra forma şansı pek bulamadın. Neler oldu o dönem?
Mustafa Hoca’dan sonra Bernd Schuster ve ardından Tayfur Hoca geldi. İkisiyle de iyi bir ilişkimiz vardı. Sonra Samet Aybaba geldi. Onunla uyuşamadık. Bugün hala sebebini bilmediğim bir nedenden ötürü kadro dışı bıraktı. 17-18 yaşında, Beşiktaş’ın alt yapısından gelmiş bir gencin, hiç bir saygısızlık yapmamış olmasına rağmen kadro dışı bırakılması çok üzücü. Hak etmediğim davranışlara maruz kaldım. Tesislere alınmadım. O dönem benimle birlikte bir kaç futbolcu daha kadro dışı bırakılmıştı. Bize ayrı bir antrenman programı verdiler ama o antrenmanı tesislerde ayrı bir sahada dahi yapmamıza müsaade etmediler. Bir süre sonra bu kararı bozup geri aldılar. Benim için zor bir dönemdi. Ama çalışmaya hep devam ettim ve sadece birinin benim futbol hayatımı bitirmesine izin vermedim. İyi ki de böyle yapmışım.

Ben seni tanıdıkça şunu fark ediyorum, mental olarak da oldukça güçlüsün. Nedir bunun sırrı?
Benim en büyük destekçim ailem ve onlardan aldığım eğitim. Kendime olan güvenim de yüksek. İstediğin kadar kuvvetli ol, mental olarak kuvvetli olmazsan başarılı olamıyorsun. Ben de bunun farkındayım. Belki biraz karakterimin de etkisi var, soğukkanlıyım genelde. Baskıyı bir şekilde kaldırabiliyorum, panik yapmıyorum. Eğer bunları yapamıyor olsaydım da kesinlikle profesyonel anlamda bir destek alırdım çünkü bir sporcu için bu çok önemli bir konu.

Sporting Lizbon’a neden hayır dedin?
Kadro dışı kaldığım o dönemde Beşiktaş’ta kendimi ispatlayamamıştım. Çok az sayıda maça çıkmıştım. 11 yaşında geldiğim kulüpten oynamadan ayrılmak istemedim. Beşiktaş’ta oynayıp kendimi kabul ettirdikten sonra yurtdışına gitmeyi tercih ettim. Sonrasında da Redbull Leipzig’den bir teklif geldi. Hem kulübün menfaatleri için hem de benim için oldukça iyi bir teklifti, kabul ettim.

Carvalhal senin için “Çok büyük bir oyuncu olacak,” demişti. Onunla aranız nasıldı?
Onunla da çok güzel bir ilişkimiz vardı. O dönem şanssızlığım kadro çok kalabalıktı. Ama her antrenmandan sonra onunla ikimiz  özel bir çalışma yapardık. Hava toplarına çalışırdık, taktik olarak çok eğitmiştir beni. O zaman henüz 18 yaşındayım, ve topu nerede karşılayacağımdan tut, nerede müdahale edeceğime kadar bir çok konuda çalışırdık.

Beşiktaş taraftarı desem sana...
Onların yeri bende çok ayrı. İnanılmazlar. İlk Beşiktaş altyapısında oynamaya başladığımda bizi İnönü’ye maç izlemeye götürmüşlerdi. Sanırım 10 yaşındaydım ve İnönü’ye ilk gidişimdi. Hayran kalmıştım. Hala Almanya’da bizim maçlara Beşiktaş formalı taraftarlar geliyor, beni destekliyorlar. Anlatılamaz bir duygu. Sağ olsunlar. Ben de onların yeri hep özel.

Almanya’ya gittin. İlk gece yalnız kaldığında ne hissettin?
Heyecanlıydım. Bir karar vermiştim ve bunun arkasında durmak zorundaydım. Yeni takım, yeni arkadaşlar. Nasıl olacak acaba merakı vardı. Ama beni o kadar iyi karşıladılar ki, çok kısa bir adaptasyon süresi yaşadım.

En büyük korkun ne?
Ailemi kaybetmek

Biliç ile de çalıştın. O da senin gibi defans oyuncusuydu. Bu anlamda sana söylediği özel şeyler oldu mu?
Biliç bana çok şey katmıştır. Benimle çok özel ilgilenirdi. Bana daima “Başkana nasıl davranıyorsan malzemeciye de öyle davran,” derdi. Her zaman mütevazi olmamız gerektiğini söyleyen bir hocaydı. Benim için çok özel biridir.

Sence eksik yanların ne?
Taktik olarak daha çok gelişmek zorundayım. Bir defans oyuncusu için en önemli şey duracağı yeri bilmek. Bunun için de özel çalışmalar yapıyorum, her geçen gün daha iyi olacağıma inanıyorum.

En kuvvetli bulduğun yanın ne?
Hava toplarım ve bu fiziğime rağmen topu oyuna sokabilmem.

Boyunun dezavantajını yaşıyor musun?
Şu ana kadar yaşamadım. Ama eğer çalışmazsan fizik dezavantaja dönüşebilir. Ben sürekli çabukluk çalışıyorum. İp atlıyorum ya da ekstra sprint antrenmanları yapıyorum.



DEMBA BA ARAYIP “GİT” DEDİ

Şu an Şenol Güneş ile çalışmadığın için pişman mısın?
Hayır değilim. Şu ana kadar çok önemli hocalarla çalıştım hepsinden bir şeyler öğrendim. Şu an çalıştığım hoca da Almanya’nın önemli isimlerinden biri, Ralf Rangnick. Alman futboluna sistem olarak katkısı ve yetiştirdiği isimler çok fazla. Redbull Leipzig’den teklif aldıktan sonra beni ilk Demba Ba aradı. “Sakın gitmemezlik yapma, bu hoca seni çok daha yerlere taşır, muhteşem bir adam, mutlaka teklifi kabul et,” dedi. Zaten hoca da İstanbul’a geldiğinde bana getirdiği oyuncuların bir listesini verdi. Oyuncuların isimleri, fiyatları ve gidiş fiyatları. Hepsi 10 katına katlamış fiyatlarını. Demba Ba dışında mesela Luiz Gustavo, Per Mertesacker sadece bazıları.

Hayran olduğun bir futbolcu var mı?
Paolo Maldini. Hep üst düzey seviyede oynadı.

Almanya’ya gitmeye karar verirken kimlerden fikir aldın?
Önce menajerim Ahmet Bulut’la konuştum. Sonra ailem ve Beşiktaş’tan takım arkadaşlarım. Mesela Olcay abi, Cenk ve Tolga ile çok konuştuk.

Redbull Leipzig nasıl bir takım?
Geleceği çok parlak olan bir takım. Şu anda da ligdeki durumumuz çok iyi. Hocanın bana ilk gün anlattığı takım hedeflerinin hepsini gerçekleştiriyoruz. Böyle devam edersek de seneye Bundesliga’da, ondan sonra da Avrupa’da mücadeleye devam ederiz diye düşünüyorum.

Sence Bundesliga’da başarılı olabilecek bir takım mı?
Tabi. O imkanlar var. sahip olduğumuz tesisler çoğu Bundesliga takımlarında bile yok. Avrupa’nın en iyi tesislerinden birinde çalışıyoruz. Futbolcu kalitemiz, hocamız her şey çok üst düzeyde.

Gittiğinden beri Almanca öğreniyorsun, bu kimin fikriydi?
İngilizcem zaten iyiydi ama Almanca da öğrenmek istiyordum, şehre ve takıma alışmak için. Hoca da zaten tüm yabancı oyuncuların Almanca öğrenmesi için talimat verdi.

Orada neleri farklı yapıyorlar?
İlk olarak antrenman sistemleri. Mesela ben ilk gittiğimde inanılmaz zorlandım, hiç alışık olmadığım bir tempoydu. Oyun teknik ve taktiği de çok farklı. Ama alışınca her şey çok kolay. Şu anda kendimi hiç olmadığı kadar iyi hissediyorum. Milli takıma seçilmemde eminim bunun da etkisi olmuştur.

Hiç dönmeyi düşündüğün anlar oldu mu?
Hayır ama sakatlandığım dönem zor geçti. Oynayamamak, kenardan izlemek genç bir futbolcu için çok zor.


ALMAN FUTBOLUNUN BAŞARISININ SIRRI...

Almanya ile Türkiye arasında nasıl alt yapı farklılıkları var?
Çok büyük fark var. Ben kendi Fulya’daki altyapı dönemlerimi hatırlıyorum da, konteynerde soyunup giyinirdik. Bir sahada dört takım antrenman yapardık. Bir çocuğun altyapıdan gelip A takıma çıkıp oynaması mucize. Biz de Necip ile şanslıydık. Ama mesela Almanya’da biz alt yapı ile aynı tesisi kullanıyoruz. İmkanları bizimle eşit. Yetenek olarak iki ülke arasında büyük bir fark yok ama sistem ve düzen olarak çok büyük fark var. U15’ten U23’e kadar her takım her maçtan önce hocalarıyla beraber video analiz yapıyorlar. Ben Beşiktaş’ta A takıma çıkana kadar böyle bir şey görmemiştim. Bazen izliyorum idmanlarını 13-14 yaşında çocuklara öğrettikleri teknik-taktiği biz ancak A takımda öğrenmiştik. Alman futbolunun başarısının asıl sırrı bu bence.

Peki futbolcuların zihniyetini nasıl karşılaştırırsın?
Biz daha duygusalız. Bu klişe diyeceksiniz belki ama ben bizzat yaşayıp gördüğüm için farkı daha iyi anlıyorum. Mesela bir galibiyet ya da mağlubiyetten sonra bizler futbolcu, taraftar, medya olarak en yükseğe çıkıp en aşağı inebiliyoruz. Ama Almanya’da insanlar duygularıyla yaşamıyorlar. Seviniyorlar ama coşmuyorlar. Yenildiğimiz bir maçtan sonra ben şehirde bir taraftardan “Yazık oldu,” diye bir şey duydum, şaşırdım. İstanbul’da yenildiğin zaman sokağa bile çıkamıyorsun.

Peki taraftarların ilgisi nasıl?
İnanılmaz ilgililer. Stadlar hep dolu. Ortalama 35 bin kişiye oynuyoruz.

Ahmet Bulut’un hayatındaki yeri ne?
Ahmet Abi ile bir yola çıktık ve ben ona çok güveniyorum. Her şeyimi ona bıraktım, o da sağ olsun bana hep destek oldu.

Bundan sonraki durak neresi?
Öncelikli hedefim Bundesliga’ya çıkmak ve EURO 2016’da milli takımda olabilmek. Bunun dışında Premier Ligi çok beğeniyorum ve maçları çok yakından takip ediyorum. Belki bir gün orada oynarım.

Milli takıma gittiğinde Arda’dan her hangi bir nasihat aldın mı?
Zaten transferim döneminde aramıştı beni. O da gitmem gerektiğini yurt dışında oynamanın çok farklı olduğunu söylemişti. Arda abi şu an hepimiz için rol modeli. Bizimle milli takım kampında hep kendi tecrübelerini paylaştı. Oyun içerisinde nasıl pas atacağımıza kadar bir çok konuda konuştuk. Mesela ben oyunda ona bir pas attım, bana çok kızdı. Niye buraya atıyorsun, önüme at ki sırayı eksiltelim diye. Ondan bu tip nasihatler almak çok önemli çünkü dünyanın en iyi oyuncularıyla oynuyor.

Euro 2016 için bireysel olarak yaptığın ekstra bir şey var mı?
Sürekli çalışıyorum. Orada olabilmek fikri beni daha da motive ediyor. Milli takım çok özel bir şey, o formayı giymek anlatılmaz bir duygu. A takıma çıktığımdan beri verdiğim bütün röportajlarda hep en büyük hedefimin milli takım olduğunu söylemiştim. Daha yolun başındayım, kariyerimin sonuna kadar o formayı giymek istiyorum.

Sana Fatih Terim desem...
Fatih Hoca sağ olsun Almanya’ya kadar geldi, maçımızı izledi, bana güvendi. Onun bu güvenini boşa çıkarmamak en büyük önceliğim. Bir Hoca olarak onunla ilgili biz futbolcuların bir şey demesine gerek yok çünkü yaşadığı ve yaşattığı başarılar zaten ortada. Onunla çalışmak benim gibi genç oyuncular için büyük gurur. Aynı sahada antrenman yapmış olmak bile çok büyük bir zevkti benim için. Ne desem inan az, çok farklı bir insan.







Atınç’tan Beslenme ve Fitness Tüyoları
Antrenmandan önce karbonhidrat, sonrasında ise protein ağırlıklı beslenmeye çalışıyorum. Zaten tesisimizde özel bir aşçı var. Mesela akşam idmanlarından sonra kesinlikle makarna, pilav çıkmıyor. Sadece haşlanmış patates, et ya da balık çıkıyor. Asitli içecekler hiç içmiyorum. Ara sıra BCAA kullanıyorum. Dayanamadığım tek şey ise Türk kahvaltısı, çok seviyorum. Futbol antrenmanlarını bir çeşit kardiyo gibi düşünebiliriz. Eğer sıkı çalışır, doğru beslenirseniz, belki hemen değil, ama sonunda six-pack’e sahip olabilirsiniz.


Atınç’tan savunma taktikleri
·      Orta yapılacağı zaman top kendi kendine gol olmaz, oyuncu atar golü. O yüzden doğru paylaşımla beraber rakip oyuncuyla birebir oynamak zorundasın. Topa sen vurmasan bile  ona vurdurmazsan gol olmaz.
·      Kaleye şut atılmasını engellemek için araya kendini siper etmek zorundasın. Üstüne çıkıp açıyı daraltmaya çalışabilirsin. Eğer şut tam karşıdansa şutun geçebileceği yerleri kapatmaya çalışırsın. Eğer pozisyonun kötüyse o zaman ayağını uzatarak engellemeye çalışırsın.
·      Hava topuna çıkarken rakip santrforla çok yakın temas içindeysen seni bozabilir. Bu yüzden ondan yaklaşık bir kol mesafesi uzakta kalıp hızını alarak yükselmek büyük avantaj sağlar.


En büyük rakibin kendin: MARSEL İLHAN

ATP’de ilk 100’e giren ilk Türk tenisçi. Dünyanın en büyük isimleriyle karşılıklı oynamış, ama konuşmaya başladığınızda anlıyorsunuz ki, içindeki yarı çekingen, yarı duygusal çocuğu hiç kaybetmemiş. Büyük sporcularda görmeye alışık olduğunuz ego onda yok. Hayata pozitif bakmayı hedef edinmiş, gerçek bir profesyonel; Marsel İlhan.


Tenise nasıl başladın?
6 yaşımdaydım. Büyükannem sayesinde tenisle tanıştım. Bir tanıdığının tavsiyesi ile beni tenise yazdırdı ve her gün o götürüp getirdi. Şu anda da 80 yaşında ama hiç bir maçımı kaçırmaz, izler hep. İlk antrenmandan sonra tenisi çok sevdim. Küçük yaşlarda şampiyonluklarım oldu. Erken yaşta başarı kazanmak insanı daha da motive ediyor, o spora daha kuvvetli bağlıyor.

Aile de başka profesyonel sporcu var mı?
Yok. Annem de büyükannem de öğretmen. Babam rahmetli. Onun ailesinde de herkes doktor.

Peki böyle bir ailede kimse sana “Oğlum oku öğretmen, doktor ol” demedi mi?
Hayır, hiç bir zaman bir baskı kurmadılar. Aksine profesyonel sporcu olmam için desteklediler.

O yüzden mi Özbekistan’dan Türkiye’ye geliş hikayesi başladı?
Evet, 17 yaşımdaydım. Türkiye’de bir turnuva kazanmıştım. O zaman Taç Spor beni çok almak istedi. Türkiye Tenis Federasyonu da çok ilgi gösterdi. Aslında bir yanım hala çocuk o zamanlar ve İstanbul’a her geldiğimde şehre hayran hayran bakıyordum. Türklerle çok iyi anlaşıyordum. Anladım ki bu şehir benim şehrim, ait hissettim yani kendimi. Sonra annemle düştük yola ve macera başladı. Çok iyi insanlarla tanıştım. Türkiye’ye yerleştiğimiz tarih benim doğum günümdü, 11 Haziran. Şimdi turnuvalar sebebiyle dünyanın bir çok şehrini geziyorum. Ama benim için hala en güzeli İstanbul ve yaşlandığımda da burada yaşamak istiyorum.

Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın ne?
7 yaşımdayım. İlk turnuvamda raket kazanmışım. O zaman raketler çok pahalı ve bizim öyle bir maddi gücümüz yok. O gece raketle uyumuştum. O raketi daha sonra ilk antrenörüme hediye etmiştim. Aramızda kalsın hediye ettiğim için biraz pişmanım sanırım, keşke saklamış olsaydım, güzel bir hatıra olurdu.

TC vatandaşlığına geçmeye nasıl karar verdin?
Hem Türkiye şampiyonu olmak ve hem de milli takımda olmak için bu tercihi yapmam gerekiyordu. Zaten bizim yani Özbeklerin kültürüyle pek bir fark yok. Diller de çok benzer. Hiç zorluk çekmedim. Hatta hiç kendi vatanımı terk etmişim gibi de hissetmedim.

Türkçeyi nasıl öğrendin?
Duyarak. Hiç ders almadım. Televizyon seyrederken, şarkı dinlerken, yani konuşa konuşa öğrendim.

Tıpkı futboldaki gibi teniste de bir top toplayıcı çocuk gerçeği var. Senin de kariyerinde böyle bir dönemin var mı?
Ben de bir ara top toplayıcıydım. O dönem bazı turnuvalarda çok büyük tenisçileri gördüm. Sonra yıllar geçti, aralarında hala tenise devam edenlerle ben aynı turnuvalara katıldım. Yanlarına gidip “Biliyor musun ben sana top toplamıştım,” dedim. Tabii hatırlamadılar ama benim için önemli bir şeydi.

Top toplayan çocuk o an ne hisseder?
Oyuncuları gördükten sonra kendine profil çizmeye başlıyorsun. Kim gibi olmak istiyorsun, hangi turnuvalara katılmak istiyorsun, nasıl kritik sayıları alabilirsin, hatta nasıl sevinip nasıl üzülürsüne kadar bir rol çiziyorsun kendine. İçindeki ses asıl o dönem doğuyor ve seninle konuşmaya başlıyor.

Rakibini maçtan önce nasıl analiz ediyorsun?
Artık hemen hemen herkesi tanıyorum. Çok sık turnuvaya katıldığım için iyi bildiğim neredeyse 250 tenisçi var. Beraber çalıştığım bir video analizcisi de var. Bir de rakibimin eski maçlarını internetten izliyorum. Nerede daha çok hata yapıyor, hangi tarafta daha iyi oynuyor, ne seviyor, ne sevmiyor hepsini tek tek çıkarıyoruz.

Mental olarak seni kuvvetlendirecek özel bir tekniğin var mı?
Bir kaç yıl önce yaşam koçu Murat Bilgili ile çalıştım. Çok okurum. Bir de yaş ilerledikçe insan yaşam tecrübesi kazanıyor, kendini daha iyi tanıyor. İşte o zaman daha güçlü oluyorsun. Şimdi düşünüyorum gençken boş yere öfkelenip tepki veriyormuşum. Hakemmiş, havaymış... Öyle ki neden rüzgar esiyor ya da neden güneş gözüme giriyor diye bile sinirlenirdim. Zamanla hepsi geçti. Anladım ki hayatta senin kontrolünde olmayan her şeyi kabul etmek lazım.

Maçlardan önce neler yaparsın?
Hala maç öncesi stresi atamıyorum üzerimden. O anlamda hiç rahat bir insan olamadım. Bir sürü yol da denedim ama nafile. Korta çıkıp beş dakika geçene kadar o stresle yaşıyorum. Ama sonra bir anda kayboluyor ve tamamen maça konsantre oluyorum.


İÇİMDEKİ SES HİÇ SUSMUYOR

Grand Slam kazanmak için çok ileri bir önsezin olmalı derler, doğru mu?
Kesin. Bazı turnuvalar var onu hissediyorsun. Ama bazen de büyük boşluk. Hiç bir şey hissetmiyorsun. Hatta o hissizlik sana olmayacak herhalde diye düşündürtüyor. Ve sonra kazanıyorsun. Çok enteresan bir şey. Bir keresinde Rusya’da böyle bir turnuva kazandım. Çok kötü başlamıştım. Hiç bir şeyi beğenmiyordum, keyif almıyordum. Hatta elenirim kesin diye dönüş için uçak bileti bakmaya başlamıştım. Sonra bir anda her şey değişti ve şampiyon oldum. Böyle sürprizler de, nadir de olsa olabiliyor.

Teniste “gününde olmak” önemli, değil mi?
Kesinlikle. Bazen öyle günler oluyor, uyanıyorsun, moralin bozuk, kolun ağrıyor. O kadar çok faktör var ki oyununu etkileyen. Çünkü bireyselsin, tek başına çıkacaksın maça. Futbol gibi takım sporlarında kötü hissettiğinde yedek kalabilirsin ya da takım arkadaşların sana destek olup açığını kapamaya çalışabilir. Ama burada da her şeyi sen yapmak zorundasın.

O yüzden mi tenisçilerin hepsi oyun sırasında kendi kendine konuşur derler?
Tabii, her zaman. Teniste, oyun sırasında en büyük rakip kendindir. Çünkü o ses hiç susmaz ve sen sürekli içinde konuşan o sese karşılık verirsin. Bazen o ses seni çok aşağı çekebiliyor. Onu duymamayı öğrenmen gerekiyor. Kalecilere de yalnız derler ama takım arkadaşın bazen geri gelir onunla konuşursun ya da arada arkadaşlarına bağırırsın. Teniste rakibine yakınlaşamazsın, antrenörünle konuşamazsın, molada bile tek başınasın. O yüzden zamanla içinde bir ses doğuyor. Ve maç boyunca onunla konuşuyorsun.

Kaybettiğin maçtan sonra ne yapıyorsun?
Bir kaç saat kimseyle konuşamıyorum, çok üzgün oluyorum, ama sonra geçiyor. Teniste hep yarın var. Bırak kaybetmeyi, kazansan bile hemen unutuyorsun. Çünkü hemen peşinden yeni bir turnuva geliyor. Çok maçlar kaybettim. Bundan sonra da mutlaka kaybedeceğim maçlar olacak. Bu bir oyun ve doğasında kazanmak da kaybetmek de var.

Seni turnuvadan erken elendi diye eleştirenler de çok oluyor. Bunlar seni olumsuz etkiliyor mu?
Hayır. Dışarıdan gelen eleştirileri çok fazla dinlemiyorum. Ama eleştiri de şart. O yüzden bu konuda beni yapıcı bir şekilde eleştiren bir ortamım var, onlar ne derse dinliyorum. Onun dışındakileri çok takmıyorum. İnsanlar bu sporu bilmediği için böyle kolay eleştiriyor. Yaklaşık 2000 tane oyuncu ve her hafta da bir turnuva var. Federer, Djokovic gibi isimleri ayırarak söylüyorum, şampiyon yılda ancak bir kaç turnuva da olabilirsin. Teniste tur atlamak bile büyük bir olaydır. İki saat kortta ter döküyorsun, bir maç kazanıyorsun, bu tek başına önemli bir şey. Ama nasıl ki her maçı kazanamazsan, her turnuvayı da şampiyon bitiremezsin. Asıl önemli olan o turnuvalara katılabilmek, mücadele etmek.

Grand Slam’i diğer turnuvalardan farklı kılan ne?
Bir kere çok büyük bir organizasyon. İnanılmaz bir izleyici ilgisi de var. Orada korta çıktığında rüyada gibi hissediyorsun kendini. Büyük kortta oynamak çok farklı. İşte bak orada kaybettiğinde gerçekten çok üzülüyorsun, etkileniyorsun. Çünkü yılda sadece dört turnuva. Eğer profesyonel bir tenisçi olmak istiyorsan, ancak Grand Slam’de olabilirsin. Bir de neticede ben Türkiye’yi temsilen orada oynuyorum ve Türk bayrağı orada gözüktüğünde çok farklı hissediyorum. Apayrı bir motivasyon kaynağı.



DJOKOVIC DUVAR GİBİ

Hem Nadal, hem Djokovic ile karşılaştın. İkisinin en temel farkı ne?
Djokovic çok hızlı. Şu an dünya çapında tenisin bir numarası. Beni en çok o zorladı. O kadar seri oynuyor ki, duvar gibi. Nadal sakatlık geçirdiği için eski formunda değil. Eğer günündeysen Nadal’dan puan alabiliyorsun. Ama Djokovic bu yıl sadece 4 maç kaybetti. Onun hiç kaybetmiyor olduğu fikri bile insanda psikolojik bir baskı yaratıyor. Bir de 2004-2005 yılları ben o zamanlar turnuva oynamıyordum ama televizyonda bu isimlerin maçlarını izliyordum. O zaman hiç düşünmemiştim büyük kortta onlara karşı oynayacağımı.

Senin favorin hangisi?
Ben Federer’ciyim.

Maça çıkınca tribünlere bakar mısın?
Eskiden kim var diye çok bakıyordum. Artık hiç bakmıyorum. Sadece maçtan keyif almaya çalışıyorum.

Teniste işin sırrı biraz da saldırganlık dozunu iyi ayarlamak mı?
Oyuncuya göre değişir. Bazı oyuncu defansta bazısı atakta iyidir. Ben atak oynamayı severim. Defansta kaldığım zaman genelde kaybediyorum maçları.

Raketinin sana özeli bir şeyi var mı?
Evet, grip. Benim ki çok ince, başka bir tenisçi eline aldığında şaşırıyor, “Bu ne böyle, sanki baby grip,” diyor. Ben bu şekilde daha iyi hissediyorum, o yüzden özel yapılıyor. Tenis çok kişisel bir spor. Öyle ki raketin sapı zamanla sporcunun elindeki nasırların bile şeklini alır.

Hatırladığın en güzel puanın hangisiydi?
Bu sene Djokovic ile oynadığım maçta güzel bir puan almıştım. Hatta telefonumda da videosu var, zaman zaman izliyorum.

Unutamadığın maçın hangisi?
2009 yılında ilk defa Amerika Açık’ta tur kazandıran maçım. Benim için en önemli maçımdı.

Çiftlerde oynamayı düşünüyor musun?
İleride belki. Yani daha kariyerimin sonlarına doğru. Teklerden çiftlere geçmek çok zor. Hemen konsantre olamıyorsun. Kortun kendi alanındaki tek hakimi senken, birden biriyle paylaşıyorsun ve hemen adapte olamıyorsun. Bir de çiftlerde çok fazla efor sarf etmiyorsun. O yüzden biraz daha yaşlandıktan sonra ancak çiftlere geçebilirim.

Senin en zayıf ve en kuvvetli olduğun yönlerin neler?
Forehand’im kuvvetli. İyi atak yapıyorum. Servislerim iyi. Backhand daha çok çalışmam gerekiyor diyebilirim.

Elinde sihirli bir değnek olsa kendinle ilgili neyi değiştirmek isterdin?
Keşke bir kaç farklı spor daha yapsaydım. Bana onun teniste de çok daha fazla katkısı olurdu. Bir de keşke karamsar olduğum, negatif düşündüğüm zamanları geri alabilseydim, öyle düşünmezdim. İçindeyken çok karamsar baktığım bir çok olay sonra öyle gelişmedi, pozitif sonlandı.

Tenis oyuncusu olmasaydın ne olurdun?
Pilot olmayı çok isterdim.

Tenis zengin sporu mu?
Dünya geneline bakınca evet zengin sporu. Ama Türkiye’de artık sitelerde kort var, belediyeler kortlar yapıyor. Artık bu spora ulaşım daha kolay.

Profesyonel bir tenisçi ne kadar para kazanır?
Çok değişir tabii ki. Yılda 30 bin dolardan, milyon dolara kadar çıkabilir. Sıralamalarına, kazandığın başarılar sayesinde kapını çalan sponsorlara bağlı değişir.

Hayat motivasyonun ne?
Adrenalin. Hayatımı heyecan içinde yaşamayı seviyorum. Bir de ilerisi için kafamda bazı projeler var, onlar beni geleceğe dair çok motive ediyor.

Diyelim yarın kariyerinin son maçına çıkıyorsun, ne yaparsın?
Çok üzgün olacağım. O kortta çok fazla kalmak isterim. O maç ne kadar uzun sürebilirse, sürsün. Sana bir şey söyleyeyim mi, öyle bırakmayı hiç istemiyorum. Yani planlı bir şekilde. Yarın son maça çıkacağımı bilerek, o duyguyu yaşamak istemiyorum. Bir anda “Tamam bıraktım,” derim diye düşünüyorum.



ÇOCUKLAR GRUP DERSLERİYLE TENİSE BAŞLAMALI


Çocuğunu tenise başlatmak isteyenler ne yapmalı?
Doğrusu 6-7 yaşlarında başlatmak. Önce grup derslerine verilmeli. Küçük yaşlarda özel antrenörle çalıştırmak yanlış. Çocuk önce grupta bu spora oyun gibi bakmayı öğrenmeli. Eğer yetenekliyse zaten çıkacak ortaya, ondan sonra da antrenörlerin iyi yönlendirmesi önemli.

Toprak ya da sert zemin tercihini erken yaşta mı yapman gerekiyor? Yoksa fark etmiyor mu?
Genelde küçük yaşlarda toprak zemin tavsiye edilir. Ben de öyle düşünüyorum. Tenis toprak zeminde öğrenilir. Bir topa uzanmak için kaymayı ancak toprakta öğrenirsin.

En son ne zaman ağladın?
Akdeniz oyunlarında. Final maçını öndeyken kaybettim. Çok üzülmüştüm.

O zaman seni kaybetmek ağlatır diyebilir miyiz?
Aslında hayvanlar beni daha çok duygulandırıp, ağlatabiliyor. İçimde çok fazla hayvan sevgisi var. Sokakta gördüğüm kimsesiz bir kedi ya da köpek de beni ağlatabilir. Eğer teniste istediğim sonuçları alırsam, ileride hayvanlar için bir vakıf kurmak istiyorum. Benim için yerleri çok özel.

Maçlardan önce nasıl besleniyorsun?
Maçlardan önce genelde makarna yerim. Çok fazla et yemem, çünkü sindirimi uzun sürüyor. Salata mutlaka yerim. Ama turnuvada değilsem, Türkiye’deysem her şeyi yiyorum, Türk mutfağına dayanamıyorum.

Gıda takviyesi kullanıyor musun?
Hayır. Hep doğal şeyleri tercih ediyorum. Sıkma meyve suyu çok tüketirim. Bir de maçlardan önce ve maç esnasında pestil yerim. Çok enerji veriyor. Maçlarda muz da yerim. Benzin gibi düşün. Arabaya ne kadar mazot koyarsan o kadar gider. Tenis oyuncusu da ne kadar enerji veren gıda tüketirse kortta o kadar rahat eder.

Türkiye’de tenise yeterince ilgi var mı?
Eskiye göre daha iyi. Daha çok sporcu var, turnuva var. Türkiye zaten iklim olarak spora çok müsait. Bir anda on tane uluslararası tenisçi çıkmaz ama bir kaç yıl sonra sayımız daha çok artacak.

10 yıl sonra Marsel nerede olacak?
Kortta.