3 Mart 2015 Salı

Gurur duyacağın biri olarak yaşa / Jose Sosa

Topun peşinden koştuğu her ülkeden izler taşıyan bir adam. Arjantinliler gibi sıcakkanlı, Almanlar kadar disiplinli, İtalyanlar kadar karizmatik, Uruguaylılar gibi devrimci, İspanyollar kadar cesur...Bakmayın yaşına o hala doğduğu köy ve annesi için ise bir “Küçük Prens.” Aslına bakarsanız bu yazının başlığını da ben değil, göğsüne yaptırdığı dövmesi ile o attı.



Futbola nasıl başladın?
Çocukken çok şanslıydım çünkü tam evimizin önünde büyük bir saha vardı. o bölgenin güzel önemli maçları orada oynanıyordu. Futbola başlamamda en büyük etken o sahadır diyebilirim. Yani bir çok futbolcu gibi ben de futbola sokakta başladım.
O dönem komşumuz olan, şu an halen görüştüğüm çok iyi bir arkadaşım, bizim kasabanın takımında oynuyordu. Beni sokakta oynarken görüp, bir takımın alt yapısına girmem için beni teşvik etti. Onun da yönlendirmesiyle yedi yaşında sokaklardan Atletico Carcarana’ya transfer oldum.

Ailede başka futbol ya da sporla ilgilenen var mı?
Amcam atletizm ile uğraşıyordu. Babam da amatör olarak futbol oynardı. Ancak benim doğduğum şehirde kadınlar arası oynanan futbol meşhurdur. Normalde biz futbolcular için hep babasına çekmiş denir. Ama ben rahatlıkla anneme çekmişim diyebilirim.

Peki annen nasıl futbol oynar?
Ben hatırlamıyorum ama annemi izlemiş olanlar çok iyi oynadığını söylüyorlar. Ön bölgede oynuyormuş, fark yapan ofansif bir oyuncuymuş.

Sonrasında hayatında Estudiantes La Plata dönemi başlıyor?
Çocukluğumda beraber oynadığım antrenörlerimden birinin ön ayak olmasıyla 14 yaşında Buenos Aires’e gidip bir antrenmana ve seçmelere katıldım. Bir haftalık bir deneme süreci oldu. Cesar Dardi beni beğendiklerini ve kulüpte kalmam gerektiğini söyledi. O yıl içinde de profesyonel olarak Estudiantes kariyerim başladı.

Sizde de ailenin tuttuğu takımın alt yapısında oynama gibi bir gelenek var mı? Ailen de Estudiantes taraftarı mıydı?
Hayır aslında değillerdi. Biz küçük bir kasabada yaşıyorduk ve Arjantin’de eğer küçük bir yerde yaşıyorsanız ya Boca Juniors ya da River Plate’i tutarsınız. Babam da iyi bir Boca Juniors taraftarıdır. Annem ise River Plate’i destekliyordu. Estudiantes bize çok uzak olan La Plata şehrinin takımıydı ve orasıyla ilgili pek bir fikrimiz yoktu. Ama ben alt yapıda oynamaya başladığım günden bugüne kadar annem koyu bir Estudiantes taraftarı. Maalesef aynı şeyi babam için söyleyemeyeceğim, o Boca Juniors’ı desteklemeye devam ediyor.


ALT YAPIDA OYNARKEN 15 ÇOCUK BİR APARTMAN DAİRESİNDE KALIYORDUK

Estudiantes’de oynamaya başlayınca La Plata şehrine taşınmak zorunda kaldın ve henüz 14 yaşındaydın. Nerede kalıyordun?
Estudiantes’in benim gibi genç yaşta takıma katılan çocukları yerleştirdiği üç farklı tesisi vardı. İlk gittiğimde eski stadın altında bir yerleşim yeri vardı, orada kalıyordum. Sonra 15-17 yaş arasında bizi bir apartman dairesine yerleştirdiler. On beş çocuk o dairede beraber kalıyorduk. Profesyonel kontrata imza attıktan sonra da kendi evime çıktım.

Henüz çocuk yaşta evden ayrılıp tek başına yaşamak zorunda kaldığın o günlerde ağladığın oldu mu?
İlk sene gerçekten çok zor geçti, hem benim için hem annem için. Evet ağladığım günler de oldu. İki günde bir iznimiz oluyordu, o zaman ailemi görebilmek için otobüse binip  7-8 saat yol gidiyordum.

Arjantin’de en çok neyi özlüyorsun?
Aile ve arkadaşlarımı çok özlüyorum ama bu da profesyonel futbolun bir parçası. 14 yaşında evimden ayrılmam belki bir bakıma zor oldu ama diğer yandan da beni çabuk olgunlaştırdı. Bugün ülkemden uzakta kariyerimi sürdürebiliyor ve bu hasretlere dayanabiliyorsam, ufak yaşta yaşadığım o deneyimler bana yardımcı oluyor.

Hep Juan Sebastian Veron’u örnek aldığını söylüyorsun, beraber oynadığınız dönemde seni idmanlardan sonra özel çalıştırdığı oluyor muydu?
İdmanlardan sonra o dönem Estudiantes’de oynayan arkadaşım Leandro Benitez ve beni çağırıp bizi çalıştırıyordu. O çalışmaların çoğu frikik atışı üzerineydi. Aynı zamanda bazen topu bırakıp bizi motive edecek konuşmalar yaptığı da çok olmuştur.

Sen herhalde arkadaşın Benitez’den daha iyiydin frikik atışlarında diyebilir miyiz?
Teşekkür ederimJ Futbolda hiç bir zaman oldum diyemiyorsunuz. Her zaman kendinizi geliştirmeniz lazım. Aslında bize de Veron’un öğrettiği buydu. O yaşına rağmen inanılmaz bir disiplinle çalışıyordu ve biz gençleri de çalışmak için motive ediyordu. Ben de bugün onun gibi çalışmak için gerekli motivasyonu hep kendi içimde buluyorum.

Sen şimdi Beşiktaş’ta idmanlardan sonra genç oyunculara zaman ayırıp tıpkı Veron’un sana yaptığı gibi onları çalıştırıyor musun?
Henüz böyle bir şey olmadı. Takıma ben de yeni katıldım ve çok da genç oyuncumuz yok aramızda. Çoğu 21 yaşının üzerinde. Tecrübeli oyuncunun tecrübesini diğer oyunculara yansıtmasının değişik çeşitleri var. Saha içerisinde olur ya da davranışlarıyla saha dışında olur. Tabii ki dil bilmiyor olmam beni biraz kısıtlıyor ama en azından grup içindeki davranışlarımla ben de gençlere örnek olmaya çalışıyorum.

Saha içinde seni en çok ne kızdırıyor?
Oynadığım mevki ve sorumluluğum gereğince benden oyunu çözmem bekleniyor. Bunu yapamadığımda ya da maçı kazanamadığımızda kimseye değil ama kendime çok sinirleniyorum.



KULÜPLER MEDİKAL EKİPLERİNİ KUVVETLENDİRMELİ

Beşiktaş bu sezon takım olarak rakip takımları çok iyi çözüp bozarken, yaratıcı pozisyon yaratma konusunda sıkıntı yaşayabiliyorsunuz. Bu noktada sahada daha fazla insiyatif alman gerektiğini düşünüyor musun?
Evet haklısın. Futbol eskiye göre biraz değişti. Artık her oyuncu top rakipte olduğu an topun peşinden koşması lazım, aynı zaman da defans da yapması lazım. Eskisi gibi 10 numaraların geniş özgürlük alanı kalmadı. Ben de o 11’in içindeki oyunculardan biri olduğum için top bizde değilken öncelikle koşmam gerekiyor. Ondan sonra hücum olarak benden beklenenlerin farkındayım. Maçı çözecek pas ve goller üretmem gerekiyor. Bunun için elimden geleni yapmaya çalışıyorum, çok daha da iyisini ortaya koyacağıma inanıyorum.

Sana ülkende “küçük prens” anlamına gelen “il principito” diyorlar. Bu lakabın anlamı ne?
Estudiantes’de eski bir hocamız, beni bir dönem River Plate’de oynamış “prens / el Principe” lakaplı Enzo Francescoli’ye benzetiyordu. Ben de onun gibi zayıf, ince, uzun bir oyuncu olduğum ve oyun tekniğim de ona benzediği için bana da küçük prens lakabını takmıştı. Tabii o zamanlar 16 yaşındaydım. Bu lakap daha çok “ufaklık” gibi bir anlama geldiği için yaşım ilerledikçe devam etmedi. Ancak Estudiantes takımının şehri La Plata’da hala bana küçük prens demeye devam ediyorlar. Herhalde 50 yaşına da gelsem, eskileri anmak için beni öyle çağırmaya devam edecekler. Bana da futbola başladığım o ilk yılları hatırlattığı için böyle çağırılmak hoşuma gidiyor.

Bugün dünya futboluna damgasını vuran Bayern Münih takımında da bir dönem oynadı. Oliver Kahn da kaptanıydı. O döneme dair neler söylemek istersin?
Dediğin gibi hem Alman futbolu hem de Bayern Münih için çok önemli bir isim Kahn. Ben de genç yaşımda hem o hem de onun gibi diğer önemli isimlerle beraber kavruldum diyebilirim. Profesyonellik adına benim gelişimimde kesinlikle çok büyük katkıları oldu. Bayern  Münih o dönem bir geçiş sürecindeydi. O zamanın gençleri bugün takımın en önemli oyuncuları konumunda.

Jurgen Klinsmann, Jupp Heynckes ve Louis van Gaal gibi önemli isimler Bayern Munih’de teknik direktörlüğünü yaptı. Bu üçlüden hangisi ile daha rahat çalıştın?
Önce Ottmar Hitzfeld ile başladım, çok kısa bir süre çalıştık. Sonra Bayern Munih bir değişime gitti Klinsmann ile birlikte. Dışarıdan bir çok oyuncu transfer ettiler. Luca Toni, Hamit Altıntop, Frank Ribery, Toni Kross gibi. Klinsmann Alman olmasına rağmen Avrupa’da bir çok değişik kulüpte oynamış bir oyuncuydu. Bu özelliğini teknik ekibine de yansıtmıştı. Meksika’dan tutun dünyanın bir çok farklı ülkesinden profesyonellerle birlikte çalışıyordu. Alman futbolunun kalıplaşmış ve artık işlemeyen yönlerini kendi tecrübeleri ve ekibiyle birlikte değiştirmeye çalıştı. Sonrasında Heynckes çok kısa, geçici bir dönem biliyorsunuz. Hemen ardından Van Gaal dönemi başladı. Çok değişik, çok kaliteli, üst düzey bir hoca. Günümüzde pek sık rastlamadığımız bir yapıya sahip. 20 yaşındaki bir oyuncu ile de 30 yaşındaki bir oyuncu ile de çok yakından ilgilenip, gelişmesini istiyor. Bunun için özel idmanlar yaptırıyor oyunculara. Kaç yaşında olursanız olun, oyuncular her zaman her şeyi bildiğini savunur. Ama muhakkak bilmediği bir çok şey vardır. Van Gaal bütün oyuncularla birebir uğraşıp onları daha yukarı taşıyan bir hoca. Çok ısrarcı.

Dediğin gibi tam senin de orada olduğun dönemde Bayern Munih ciddi bir yeniden yapılanma sürecine girdi. Bunun sonucu olarak sadece kulüp düzeyinde değil, Alman futboluna da ciddi katkı sağlayıp bugün Almanya’nın dünya kupasını almasının temellerini attılar. Orada nasıl bir devrim oldu anlatsana.
Benim en çok dikkatimi çeken medikal ve fiziki anlamda ki hazırlıkları. Almanya bu iki alanda dünyanın kesinlikle bir adım ilerisinde. Ben de orada oynadığım sürece bunu yakından izledim. Tabii ki  bunu gerçekleştirmek kolay değil. Alanlarında çok uzman ve yenilikleri takip eden büyük bir ekip işinden bahsediyoruz. Bir kulübün başarıyı yakalayabilmesi için en temel şart iyi bir teknik ekiple bu saydığım alanların ön plana çıkartılması olmalı.



HERKESİN KENDİ MANDELA’SI VAR

Elinde sihirli bir değnek olsa, kendinle ilgili neyi değiştirmek isterdin?
Almanya’da oynadığım dönem daha sabırlı olabilirdim. Gençliğin verdiği bir tecrübesizlik ve heyecan var. O heyecan sürekli oynama isteği doğuruyor. Çok değişik bir kültürden geldiğim ve çok genç olduğum için yeterince sabır göstermediğimi düşünüyorum.

En büyük korkun ne?
Herkesin endişe taşıdığı bazı korkuları vardır. Aslında hayatta olmak istediğiniz kişi de insanın kafasında bir korku gibi durur, sizi zaman zaman endişelendirir. Ama önemli olan içinizde bu korkudan sıyrılıp istediklerinizi yapabilecek gücü kendi içinizde bulmanız. Bununla ilgili bir vücudumda bir dövme de var. “Herkesin kendi Mandela’sı var.”

Vücudunda bir çok güzel dövme var. Her birinin bir anlamı var mı, yoksa bazıları sadece estetik amaçlı mı?
Hepsi hayatımın bir yerinden çıkmış bir anlamı olan şeyler.

10 yıl sonra Jose Sosa nerede olacak?
Benim hep yaşadığım günü düşünen bir yapım var, o yüzden bilemiyorum. sene sonra futbola devam edebileceğimi düşünmüyorum ama keşke edebilsem çok isterim. Hayat sürprizlerle dolu.

Emekli olunca futbolun içinde kalmayı düşünüyor musun?
Çocukluğumda beden eğitimi öğretmeni olmayı çok isterdim. Ama saha kenarında teknik direktör olmak çok zor diye düşünüyorum. Diğer yandan bütün hayatım futbolun içinde geçti. O yüzden muhtemelen futbolun içinde kalırım. Belki kondisyoner olabilirim. Oyuncu ile daha çok iletişimi olan bir teknik pozisyon.

En son ne zaman ağladın?
Dövme yaptırırken. Şaka tabii, en son Şampiyonlar Ligi finalinde kaybedince ağlamıştım. Ondan önce İtalya’da oynarken yılbaşında ailem yanımda yoktu ve kendimi çok yalnız hissetmiştim, o zaman ağlamıştım.

Bir hayli uzun aralıklarla ağlıyorsun, çok sık ağlamıyorsun anladığım kadarıylaJ
Pek ağlama taraftarı değilim diyelimJ

En sevdiğin yemek ne?
Asado, Arjantin’in bir et yemeği.

İstanbul’da boş vakitlerinde seni nerelerde görebilirler?
Kısa zamandır İstanbul’dayım. Bebek’te oturuyorum ve dışarı çıktığımda genelde o civarda oluyorum.

Hayat sloganın ne?
Futbol sizden çok şey alıyor ama çok daha güzellerini de veriyor.

Son olarak Beşiktaş taraftarını nasıl buldun?
Beşiktaş taraftarı bugüne kadar gördüğüm en muhteşem taraftar gruplarından biri. Yurtdışından bir arkadaşım geldiği zaman gururla maça davet ediyorum. “Sadece taraftarı izleyebilirsiniz,” diyorum. “Saha içinde bazen mücadele sizi memnun etmese bile taraftarın şovundan çok etkileneceksiniz,” diyorum. Buraya gelmeden önce bir dönem Galatasaray’da da oynamış yakın arkadaşım Marcelo Carrusca ile konuşmuştum. O da bana Türk taraftarının ne kadar tutkulu olduğundan bahsetmişti. Ama Beşiktaş taraftarının tutkusu kesinlikle diğer takım taraftarlarından çok daha farklı ve yoğun.


Asla pişman olmadan yaşa / Carlos Arroyo

Onu üç kelimeyle tarif et deseniz: “Tutku, Hırs, Mücadele” derim. Öyle bir adamdan bahsediyoruz ki, basketbol sahasına girdiği andan itibaren bambaşka birine dönüşüyor. Biz de bu gördüğünüz harika fotoğraflar çekilirken, maçlarda ki enerjisinin kaynağını daha iyi anlıyoruz. Her karede “daha iyisi olabilir, bir daha çekelim,” diyen Potanın Kralı hakkında her şeyi okumaya hazır mısınız?



En başından başlayalım. Basketbol hayatına nasıl girdi?
Çok erken yaşlarda babam, bana ve ikiz kardeşime basketbolu öğretti. Sanırım 5 yaşındaydım. Evden çıkıp yakındaki parka gidiyorduk. Daha o zamanlar evde NBA izler, profesyonel basketbol oyuncularına hayranlık duyardık. Babam aslında avukat ancak konu basketbol olunca inanılmaz tutkulu. Kendi profesyonel olarak hiç bir zaman oynamamış. Sadece arkadaşlarıyla parkta oynardı. Ülkem Porto Riko’da basketbol kulübünde yöneticilik de yaptı. Okulda arkadaşlarımla, evde babamla hep basketbolun içinde oldum. Çocuk yaşta ben de basketbolun içindeki tutkuyu keşfettim.

Babalar normalde çocuklarını bir şeye yönlendirirken farkında olmadan üzerlerinde baskı da kurarlar. Sen de o baskıyı hissettin mi?
Hiç bir zaman hissetmedim, çünkü zaten içimde o tutkuyu keşfetmiştim. Oyunu sevmem için beni yönlendirmesi gerekmedi, kendi kendime sevdim. İkiz kardeşim de seviyordu ama onun dikkati başka şeylerde dağılabiliyordu. Bir süre oynadı, sonra bıraktı.

Şimdi ne yapıyor?
Profesyonel hayatta sanırım benim karşıma çıkan fırsatlar ona çıkmadı. Çocukken aynı takımlarda oynadık. Şimdi doğduğum şehirdeki belediyede iyi bir görevde çalışıyor ve mutlu. Çok güzel bir kızı var. Ben basketbolu profesyonel bir iş olarak tercih ettim, o etmedi. Bir de tabii ben şanslıydım. Sağlığım da müsaade etti. İnsanın sevdiği, tutkuyla bağlı olduğu işi profesyonel olarak yapabilmesi Tanrı’nın büyük bir lütfu.

Peki Amerika macerası nasıl başladı?
Porto Riko’da hep alt yapılarda ve genç takımlarda oynadım. O dönem tek hayalim bir gün NBA’de oynamaktı. Kolej yaşına geldiğimde, bir yıl Georgia’da okumak için burs kazandım. Bir yılın sonunda tekrar ülkeme dönüp liseyi bitirdim. Sonrasında Miami’de bir üniversiteye kabul edildim. 18 yaşında valizim elimde ailemden ayrılıp Amerika’ya okumaya ve basketbol oynamaya gittim. O günden beri de tatiller ve milli maçlar dışında bir daha maalesef hiç ailemin yanına dönemedim.

NBA’de oynarken bir yandan da okuyor muydun?
Bütün hayalim bir gün NBA’de oynamaktı. Ben de hayallerimin peşinden gittim. Basketbol oynamaya ve NBA’ye gitmeye o kadar odaklanmıştım ki, maalesef üniversiteyi bitiremedim. Yaz okullarına da milli maçlar nedeniyle devam etme şansım olmadı. Sonrasında zaten NBA’de takımla kampa katılma fırsatım olunca onu tercih ettim. Ailem çok gurur duydu. Düşünsenize çocukluk hayalimdi.

Aynı dönemde evlendin de değil mi?
Okulun ilk yılında şimdiki eşimle tanıştım. Amigo takımının başıydı. Başıma gelen en güzel şey O’dur. Hayatıma ondan sonra düzen ve disiplin geldi diyebilirim. 24 yaşındayken evlendim. 26 yaşındayken de ilk kızımız oldu. O zaman gerçekten aile olduğumuzu hissettim. Sonra bir kızımız daha oldu. İtiraf etmeliyim bir oğlan çok istiyordum. Üçüncü çocuğumuz erkek oldu. Şimdi dokuz, dört ve iki yaşındalar.

Gençlik dönemine dair en çok özlediğin şey ne?
O günlerin bir daha gelmeyeceğini bilmek ve bunu kabullenmek gerçekten çok zor bir duygu. Hayatına bakıyorsun bir çok güzel hatıran var ve onlara geri dönüş şansın yok. Bugün geldiğim yere ve olduğum insana dönüşmem için o anlar hep bana ilham verdi. Hatırlıyorum daha 10 yaşında bir çocukken doğum günü pastamı üflediğimde içimden tuttuğum dilek hep bir gün NBA’de oynamaktı.

Bugün doğum günü pastanı üflerken ne diliyorsun?
Çocuklarım için sağlık, mutluluk ve diledikleri her şeyin gerçek olmasını. Onlara her zaman birbirlerini sevmelerini ve destek olmalarını öğütlüyorum. Hayattaki en önemli şey aile ve ancak bu şekilde aile bağlarımızı kuvvetli tutabilirler. Ben de babamdan böyle öğrendim. Biliyorum her aile böyle değil. Hep şükrediyorum, bizi manevi değerlerin önemi ile büyüten ve hayallerimizin peşinden gitmemizi öğütleyen bir aileye sahiptim. Ben de şimdi aynısını çocuklarıma öğretmeye çalışıyorum. Çünkü günün sonunda her şey bitiyor ve geriye bir tek aile kalıyor.

Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın ne?
Porto Riko’da Fajardo adında küçük bir şehirde yaşıyorduk. Oynadığım genç takımı ise başkent San Juan’daydı. İki şehrin arası bir saat. Babam her gün kardeşim ve beni okuldan alır, antrenmana götürürdü. İşte o yola, o arabaya geri dönmeyi çok isterdim. Yol boyunca şakalaşır, müzik dinler, her şey hakkında konuşurduk. Babam o yolculuklar boyunca bize hayat hakkında çok şey öğretti. Şimdi onun da bizler için ne kadar fedakarlık yaptığını daha iyi anlıyorum. Her gün ofise gider, işlerini bizim okul çıkış saatimize kadar bitirmeye çalışır ve sonra bizi antrenmana götürürdü.



KAÇ SAYI YAPTIĞIN DEĞİL KAÇ ŞAMPİYONLUK YAŞADIĞIN HATIRLANIR

Hayallerinin peşinden gittin ve NBA’de oynadın. NBA’de oynamakla, Avrupa’da oynamak arasında nasıl farklar var?
Yaşam tarzları bir kere çok farklı. Özel uçaklar, en iyi oteller, en iyi yemekler size her türlü imkan sağlanır. Havaalanında güvenlik kontrolünden dahi geçmezsiniz. En büyük sponsorlar daima peşinizdedir. Orası ışıltılarla dolu büyülü bir dünya. Avrupa ise daha farklı. Yemeklerden, seyahatlere kadar sen her şeye adapte olmak zorundasın. Konuşulan dil bile farklı, gitmek istediğin yeri bile anlatmak bazen zorlu bir süreç. Oyun ve kuralların farklılığından hiç bahsetmiyorum bile.

NBA’de en çok hangi takımda mutluydun? 
Hepsi birbirinden farklı bir tecrübeydi ve güzeldi. Utah’da en iyi yıllarımı geçirdim. Orlando’da hep oynamak istemiştim, oynadım. Evimde, Miami’de de aynı şekilde. Detroit ile final oynadık, muhteşemdi bir duyguydu.

Sence bir gün Avrupa basketbolu, NBA ile rekabet edebilir mi?
Tabii ki. Son bir kaç yılda Avrupa’da bazı takımlar zaten bunu gösterdi. Evet NBA her geçen gün daha da gelişiyor ama dünyada da gelişiyor. Bunu bazen yapılan dostluk maçlarında da görüyoruz. Daha önce NBA ve diğerleri diye basketboldan bahsedilirdi. Artık Avrupa’da da bir çok takımdan ve oyuncudan bahsediliyor.

30 yaşından önce sahada oyun stilin daha çok her pozisyonda olan oyuncuydu. Sonrasında ise sana ihtiyaç olduğunda ortaya çıkan, sorumluluk alan ve takımı ateşleyen bir oyuncuya dönüştün.
Tecrübe. Uzun yıllar oynayınca basketbol size oyunu farklı görebilme yeteneği kazanmanızı sağlıyor. Ben sahada takımı ateşleyen, motive eden, “hadi hadi” diye bağıran bir pozisyondayım. Basketbolu oynamayı sevdiğim kadar üzerine çalışmayı da seviyorum. Bir maçtan sonra hep neyi daha iyi yapabilirdik diye düşünürüm. Oyunu karmaşıklaştırmadan, daha basit bir şekilde nasıl kazanabiliriz diye kafa yorarım. Kendimi eleştirme konusunda hep çok katı ve acımasız olmuşumdur. Belki de başarıya ulaşmamı sağlayan budur. Bir kere başarılı olunca onunla yetinmem. Daha fazlasını isterim. İnsanlar sizin kaç sayı yaptığınızı hatırlamaz, kaç şampiyonluk yaşadığınızı hatırlar. Emekli olduğumda insanların Carlos Arroyo ile ilgili ne hatırlayacağı benim için önemli.

Geçen sezon Fenerbahçe maçına çıkmama kararı alındığında neler hissettin?
Kaybolmuş gibiydim. Anlamaya çalışıyordum. Kazanmak için, her yıl şampiyon olmak için oynarsınız. İlk duyduğumda kafamda sürekli bütün sezon geçirdiğimiz maçlar dönüp duruyordu. Zorlu bir süreçten geçmiştik ve şimdi takım arkadaşlarımla birbirimize sarılıp, belki ağlayıp şampiyonluk kutlama şansım ortadan kaybolmuştu. Bu oyunu zaten o son sahne için oynarsınız. İşte bu yüzden kendimi tamamen boş, yarım hissediyordum. Sonrasında bu karara saygı duydum. Bu bir takım kararıdır ve o takımın bir parçası olmak o kararın da bir parçası olmaktır.

Kaç yıl daha oynamayı düşünüyorsun?
Bazen vücudum dört yıl daha oynarsın diyor, bazen “Carlos bu son yılın,” diyor. Bilemiyorum. Eğer mental olarak kuvvetliysen daha uzun devam edebilirsin. Bu iş tamamen kendini itmekle alakalı.

Sen kendini mental olarak nasıl kuvvetli tutuyorsun?
Hep en iyisi olmak istiyorum. En iyisi olmak için önce kötü olmayı da tecrübe etmelisin. Kötü zamanlarım olduğunda, yani kaybettiğimde, sabahları antrenman yapmak istemeyerek uyandığımda, sakatlandığımda, kendimi zorlamayı severim. Yani bedenim pes ettiğinde, beynim ona hep “hadi kalk” der. Benim hayattaki en büyük motivasyonum, şu an yaptığım işi yapabilmek. Oyunu seviyorum, taraftarların tezahüratını seviyorum. Bugün sahip olduğum her şeyi basketbola borçluyum. O yüzden bu oyuna saygı duymak, en iyisini yapmak zorundayım.

Kızılyıldız maçında 50 dakika sahada kaldın. Senin yaşında bir oyuncu için bu inanılmaz bir şey.
Ben oyun sırasında farkında değildim. Maçtan sonra koç yanıma gelip elimi sıktı ve tebrik etti. 50 dakika oynayarak EuroLeague rekorunu kırmışım. O an o kadar çok kazanmayı istiyordum ki, süreyi, ne kadar yorulduğumu hissetmedim.

Rutin bir antrenman programın ne?
Ben diyet yapmaya pek inanmam. Benim modelim sıkı çalıştığın sürece istediğim her şeyi yemek. Maçlar ve yoğun seyahat planımız çok iyi beslenmemize pek olanak sağlamıyor açıkçası. Herkes gibi benim de tuza, yağa, karbonhidrata ihtiyacım oluyor. Eğer yeterince idman yaparsam hepsini yiyebiliyorum. Vitamin takviyesi alıyorum. Takım olarak salonda haftada en az 2-3 kez ağırlık çalışması yapıyoruz. Bunun dışında kardiyo egzersiz yapmıyoruz, çünkü fazlasını sahada antrenmanda yapıyor oluyoruz.

Profesyonel kariyerini uzatmak için bir oyuncu neler yapmalı?
Sezon bitince, milli takıma gidiyorum ki bu da benim bütün bir yazım demek. Sadece 2 hafta tatil yapabiliyorum. Artık daha fazla dinlenmek için vakit ayırmalıyım biliyorum. Maçtan bir gün önce mutlaka masaj yaptırıyorum. Kaslarıma iyi geldiği kadar zihinsel olarak gevşememi sağlıyor. Doğru beslenme, iyi uyku, vücudu susuz bırakmamak önemli. Benim yaşımda sakatlıktan iyileşip geri dönmek artık daha uzun sürüyor. Bu yüzden sakatlanmamaya, vücudumu kuvvetli tutmaya çalışıyorum. Zaten içki, sigara gibi alışkanlığım hiç olmadı.


AYRILSAK DA TARAFTARLAR SAYGI DUYABİLMELİ

Beşiktaş taraftarlarının tepkisi Galatasaray’a transfer olduğunda nasıl oldu?
Acımasızdı diyebilirim. Böyle bir tepki beklemiyordum. Şunu anlamalarını beklerdim, bu her şeyden önce Beşiktaş kulübünün kararıydı. Bütçeleri düşürerek aslında bir bakıma bana ve bazı arkadaşlarıma kapıları kapadılar. Galatasaray iyi bir teklifle geldi ve şimdi burada olmaktan çok mutluyum. Başta taraftarların bugüne kadar onlar için yaptıklarımıza saygı duyacağını ve anlayacağını beklemiştim. Ama öyle olmadı, ben de artık kabullendim.

Fenerbahçe’den teklif aldın mı?
Hayır. Ben şu an kulübüme ve takımıma tamamen bağlıyım.

Futbol maçlarına gidiyor musun?
Gitmek isterdim ama çok yoğun bir takvimimiz olduğu için mümkün olmuyor.

Galatasaray futbol takımında en çok hangi oyuncuyu beğeniyorsun?
Melo. Onun saha içindeki hırsı ve tutkusunu takdir ediyorum.

Boş zamanlarında İstanbul’da nerelere gitmeyi seviyorsun?
Etiler ve Bebek.

En çok sevdiğin yemek?
Et yemekleri ve steakhouse restaurantlar

En son ne zaman ağladın?
Oğlum doğduğunda. Ben pek ağlayan bir insan değilim. Genelde ailemle ilgili konular beni ağlatır.

Sinirlendiğinde ne yaparsın?
Eskiden elime geçeni fırlatırdım, artık yapmıyorum. Kafamın içinde sürekli kendimle konuşuyorum.

En büyük korkun ne?
Ailemden birini kaybetmek.

5 yıl sonra nerede olacaksın?
Bahama’da ailemle kariyerimin bitişini ve yeni bir sayfanın açılışını kutlarken olmak isterim.

Müziğe ilgini biliyorum, emekli olunca onunla ilgili bir şeyler yapmak planlarında var mı?
Biraz yaşlanmış olacağım ama belki bir kaç genç yetenekle kontrat imzalayıp onları geliştirip sunmayı düşünebilirim. Ama benim asıl bildiğim iş basketbol, bu yüzden bir şekilde bu işin içinde kalmayı isterim.

Sihirli bir değneğin olsa geçmişine dair neyi değiştirmek istersin?
Üniversiteyi bitirmiş olmayı isterdim.

En nefret ettiğin kelime?
Kıskançlık

Duymayı en sevdiğin kelime?
Kelime değil ama cümle diyelim, “Baba seni çok seviyorum.”

Heyecanını ne öldürür?
Kaybetmek

Carlos Arroyo olmasaydın kim olmak isterdin?
Tam bir isim söyleyemem bir çok işle ilgilenebilen insanları çok seviyorum. Mesela Justin Timberlake iyi bir şarkıcı, iyi bir aktör, iyi bir sahne sanatçısı. Her şeyi iyi yapabilen biri olmayı isterdim.

En kötü alışkanlığın ne?
Düşünmeden konuşmak

Kahramanın kim?
Ailem

Hayat sloganın ne?
Asla pişman olmadan yaşa

Mutsuzluğun tanımı senin için ne?
Sevdiğin insanlar tarafından aldatılmak

Öldüğünde seni kapıda bekleyen Tanrı’dan ne duymak istersin?
Aferin oğlum iyi bir iş yaptın