26 Mart 2012 Pazartesi

4 Adımda Galatasaray Nasıl Puan Kaybeder

1. Orta Saha Üstünlüğü: Play-offlara sayılı günler kala, ligde ciddi bir puan farkı ile oynayan Galatasaray’da kaybedilen kupa maçı ve üzerine Trabzonspor beraberliğinin sebebi olarak her ne kadar bazıları tarafından "rehavet" ya da Fenerbahçe maçından sonra “havaya girme” gösterilse de, ben hiç katılmıyorum. Üst üste 2 maçtaki kaybın en büyük nedeni Elmander’in yokluğu. Bu eksiklikte, Galatasaray orta sahasını iyi çalışan takımın puan alabileceğini en güzel Zokora anlattı maçtan sonra: “Hocamız orta sahada Melo ve Selçuk’a üstünlük sağlarsak ve Engin ile Emre’den onlara gelen yardımı kesebilirsek, orta saha üstünlüğünü alacağımızı söyledi. Colman ve Alanzinho’nun da yardımı ile bu şekilde etkin futbolumuzu ortaya koyabildik.” Hem 4-4-2 oynayıp, hem de kanatları bu kadar az kullanan Galatasaray karşısında, ilk adım orta saha üstünlüğünü ele geçirmek.

2. Konsantrasyon-suzluk: Sezon başından beri Fatih Hoca’nın şifresi “konsantrasyon” idi. Ancak gelin görün ki, Trabzon maçında yenen gol, sanki buna ters düşercesine büyük bir “konsantrasyon-suzluk” sonucu. Golden hemen önce Ujfalusi hakeme itiraza harcadığı dikkati pozisyona gösterseydi yine de gol olur muydu? Yine son dakikalarda Mehmet Batdal’ın kaçırdığı gol içinde herhalde aynı şeyi söyleyebiliriz. Ya da Baros’un 4-4-2’deki ikiliden biri olmasına rağmen halen sergilediği fiziksel konsantrasyonsuzluk ise bir başka konu. Galatasaray takım halinde odaklanırsa, puan alıyor; ancak takımdaki tek bir kişinin "konsantrasyon-suzluğu" ile de ya gol yiyebiliyor, ya da son dakikada golü kaçırıyor.

3. Taraftar Etkisi: Takım şampiyonluğa gidiyor, çok uzun zamandır beklenen, Fenerbahçe karşısında bu sezon önce kendi evinde galibiyet almış, sonra deplasmanda berabere kalmışsın. Ancak bu güzel bahar havasında bile sadece 30.000 kişi stada gidiyor. Stadın tamamının dolması için takımın kaç puan daha açması gerek arayı?Baskılı taraftar desteğinin maça 1-0 önde çıkmaya eşdeğer olduğunu söyleyen Fatih Hoca’ya rağmen stad hala dolmuyorsa, kaybedilen puanlarda sadece takımda suç bulmamak lazım değil mi?

4. Hakem: Bir hakemin Avrupa’da maç yönetmesinden daha önemli birşey varsa o da, maçı oynanabilir kılmasıdır. Hakem maçın 90 dakika olduğunun bilincinde olmalıdır. Yoksa ilk 10 dakikada arka arkaya sarı kart çıkartmak, bazen sonraki dakikalarda gerçekten kart gerektiren durumlar karşısında hakemin elini kolunu bağlar. Daha da kötüsü bir anlık düdük çalmama hatası “bir gol”e bile sebep olabilir. İşte bütün bunları toplayınca Cüneyt Çakır çok kötü bir maç yönetti. Zaten gergin bir ortamda oynanacağı şimdiden belli olan play-offlarda, eğer hakemlerin performansı kontrol altında olmazsa ciddi puan kayıpları olabileceği ortada.

Şimdi, ben Galatasaray’ın yerinde olsam, acil ilk 3 madde için önlem alır, son madde için de şimdiden dua etmeye başlardım. Çünkü hakemin Avrupa görmüşü böyle ise, play-off’un vay haline…


18 Mart 2012 Pazar

Biz - Siz - Onlar

Tartışmasız son yıllarda izlediğim en iyi Fenerbahçe-Galatasaray derbisiydi. Perde belki de bu yılın en iyi 3 golü listesine girecek, Sow’un golü ile açıldı. Daha ilk 20 dakika dolmadan Alex’ten gelen bir başka güzel gol ise, Fenerbahçe için bu gece adına son güzel şeydi. Aykut Kocaman’ın yanlış oyuncu değişiklikleri, takımı geri çekmesi ya da Stoch ve Cristian’ın kötü oynamasını bir kenara bırakalım. Bu gecenin asıl eleştirilmesi gereken ismi Aykut Hoca’dan ya da futbolculardan once “bir grup”Fenerbahçe taraftarıdır.

Takım gözetmeksizin tüm taraftarların karşı olduğu deplasman yasağının ekmeğine yağ süren “bir grup” Fenerbahçe taraftarına bütün tepkim. Takımlar daha ısınmak için sahaya çıktığında futbolculardan Fatih Terim’e kadar herkese küfür eden o “bir grup”a isyanım. Çok değil daha bir kaç gün önce Volkan Demirel televizyonda anlatıyordu: “Bizim için adeta bayramdır Galatasaray maçları. Taraftarımızdan da bunu bekliyoruz. Fatih Hoca’nın benim hayatımda rolü çok büyüktür, benim için özel biridir.” Ama herhalde Volkan’dan daha “büyük” Fenerbahçeli, o “bir grup” taraftar. Ya da sahaya çıkarken koridorda Fatih Hoca’ya sarılan Emre’den, Gökhan’dan çok daha “iyi”Fenerbahçeliler. Nereden mi biliyorum? Maçtan çıkınca bu “bir grup” ile beraber yürüdük bir süre, dediler ki “eğer bir futbolcumuz Fatih Hocaya sarılıp öpüyorsa, ya da bende emeği var diyorsa, o bizden değildir.”

Peki siz kimdensiniz demek geldi içimden...

Yöneticilerin birbirini kapıda karşıladığı, dostluk yemeği yediği, futbolcuların maçtan günler önce rakibini övdüğü, hocaların kucaklaştığı bir derbide, bu “bir grup”un ne Fenerbahçe’ye ne de Galatasaray’a ait olmadığı ortada.

İslam Çupi’nin, Zeki Rıza Sporel’in, daha çok yeni kaybettiğimiz Lefter’in Fenerbahçesine de ait olmadıkları kesin. Bu “bir grup” ne zaman boy verdi Fenerbahçe’nin içinde bilmiyorum, ama tırpan vakti gelmiş belli ki ve o tırpanı ancak gerçek Fenerbahçe taraftarı vurabilir. Aksi takdirde, cezalar, deplasman yasakları, saha kapamalar artarak devam edecek. Belki de Fenerbahçe takımı play-offlarda bazı önemli maçları sadece kadın ve çocuk taraftarlarla oynamak zorunda kalacak.

Eğer bütün bu yazdıklarım hala size bir şey ifade etmiyorsa, o zaman bir ipucu vereyim, içinizden biri Fenerbahçe’nin bu sezon “taraftar”lar sebebi ile aldığı ceza sayısını, geçen sezon ile karşılaştırsın, bakın ne göreceksiniz...

12 Mart 2012 Pazartesi

Balık Baştan Kokar, Kulüp Başkandan Batar

Bu sezon Türk futbolunda ders çıkartılacak iki örnek var: Galatasaray ve Beşiktaş.
Geçen yılı ibra-yönetim, teknik direktör, saha içi performansı sıkıntısı ile geçiren Galatasaray, çözümü değişikliğe tepeden başlayarak buldu. Önce başkan ve yönetim değişti, sonra teknik direktör ve oyuncular. Dolayısıyla bugün sahada izlediğimiz iyi futbolun ve mücadelenin sebebi de önce yeni yönetim, sonra Fatih Hoca ve sonra futbolculardır.

Konu Beşiktaş’a gelince maalesef ortam pek de iç açıcı değil. Büyük ümitle gelen Portekizlilerin yarattığı hayal kırıklığı, kabaran borç ve “iyi yönettiği” gemisini daha büyük bir gemi için terkeden kaptan, Başkan.

Beşiktaş’ın eski başkan ve yönetimini eleştirmeyi, müstakbel yeni başkana bırakalım. Çünkü kongrenin hemen ertesi günü, Beşiktaş’ın 45 trilyon liralık ödemesi gereken bir borcu var. Sadece o kadar değil. Aralık ayı sonuna kadar ise 130 milyon euro ödemekle sorumlu yeni gelecek olan başkan. Neden mi? Ben de bilmiyorum, herhalde Federasyon Başkanı’na sormak lazım. Anlayacağınız kulübün kötü gidişatında, kötü yönetim ile elde var 1…

Hiç hesapta olmayan 3 Temmuz bombasından sonra bir anda teknik direktörsüz kalan Beşiktaş, çareyi yine Portekiz’de aradı. Yönetim burada da bir ilke imza attı. Neden mi? Benim bildiğim teknik direktör oyuncuyu getirir, oyuncu teknik direktörü değil. Yoksa o hocadan nasıl takıma söz geçirmesini, liderlik etmesini beklersin. Konu teknik direktörden açılmışken, ligin üst sıralarındaki birçok takımın her hafta çıkartacağı ilk 11 aşağı yukarı belli iken, Beşiktaş’ın nasıl bir 11 ile sahaya çıkacağını maç saatine kadar kimsenin tahmin edememesi için ne dersiniz? Futbolcuların istikrarsız performansı mı, Carvalhal’in “anlaşılmaz” taktik anlayışı mı? Kısaca elde var 2…

Beşiktaş hep yıldız oyuncu getirme konusunda başarılı kulüplerden biri oldu. Gel gör ki, getirdiği yıldız oyuncuları iyi oynatabilme konusunda aynı başarıyı gösteremedi. Önce Guti, şimdi Quaresma. Sen eğer yıldız oyuncuna “sen büyüksün ama bu kulüp senden büyük” mesajını veremiyorsan, o oyuncu soyunma odasında hocasıyla da tartışır, idmanlarda beresinin altına kulaklık takıp müzik de dinler. Yani neymiş elde var 3…

Aslında Beşiktaş’ın bugün yaşadığı sıkıntıların sebebi çok net. Kulübün yönetiminde ya da teknik heyetinde lider vasıflı kimse yok. Bu öyle bir kişinin çıkıp taşın altına elini koymasıyla kalkacak bir enkaz da değil. Tıpkı bir zamanlar sayın Süleyman Seba’nın yaptığı gibi, iyi bir yönetim kadrosu kurulmalı. Acilen teknik direktör sorunu çözülmeli, tıpkı Fatih Terim ya da Aykut Kocaman gibi gelen hoca sadece teknik direktör değil, aynı zamanda sportif direktör gibi de rol oynamalı. Sonrasında gidecek/kalacak oyunculara mantıklı ve mali tabloyu düşünerek karar vermeli.

Beşiktaş bu kötü günleri kısa sürede atlatır atlatmasına da, benim asıl korkum Türkiye Futbol Federasyonu ve alt kurulları kendilerini bekleyen tehlikeyi atlatabilir mi, işte onu hiç bilmiyorum…

5 Mart 2012 Pazartesi

Zemin "Maç Seçmeye" Oldukça Elverişli

Sezon başından beri Beşiktaş’ta iki konu var: Maç seçen yabancı futbolcular ve “eski” başkanın paraları… Bu iki konunun etkilerini ise futbol severler sahada izliyorlar. Play-off’lara çeyrek kala Beşiktaş puan kaybettiği iki önemli derbi oynadı üst üste, sanki birbirinin kopyası iki maç çıkardı.

Faturanın adresi ise belli. Fernandes’i Avrupa maçlarında izlemeye doyamıyorken, lig maçlarına baktığında keyfekeder oynayan bir futbolcu görüyoruz. Sidnei konuşmak bile istemiyorum, 10 tane takımım olsa birine Sidnei’i almam. Ama konu Quaresma olunca bir 5 dakika durmak gerekiyor. Adı üstünde “yıldız” futbolcu. Bir çalım atıyor, bir trivela yapıyor, Beşiktaş tribünleri mest. O çalımdan sonra gol olabilecek bir pozisyon harcanmış çok önemli değil, çünkü ligin en pahalı oyuncusunun ayağının yeteneğini izlemek yeterli tribünler için. Böyle bir yıldız oyuncu varken, teknik direktörün taktik vermesi çok zordur, çünkü çoğunlukla uymaz. Rakip takımlar bu “yıldız” karşısında oynamaya çekinir, rakibi hem sahada hem de psikolojik olarak bir kişi eksik bırakır, ancak kendi takımı da onun yüzünden her an bir eksik kalabilir.

15 Avrupa maçında 7 gol atarken, 34 Süper Lig maçında 5 gol atar. Bir önceki sezondan daha fazla birşey yapamayacağını bile bile tribün yine de ondan birşeyler bekler. O da hayalkırıklığına uğratmaz taraftarı, bu sezon 16 maç oynar, 3 gol atar, 6 sarı kart, 2 kırmızı kart görür. Adı üstünde “yıldız” futbolcu.

Her olaya sağduyulu yaklaşıp, en güzel protesto örneklerine imza atmış Beşiktaş tribünleri ne zaman çuvaldızı kendine batıracak merak ediyorum. Kimse maç seçen futbolcudan yakınmasın artık. Yönetimin sadece “para”konuştuğu, teknik direktörün “Dinamo Kiev, Stoke City maçlarında yabancı futbolcular ligde oynadığından daha iyi oynadı” dediği ve tribünün herşeye ragmen hala “Quaresmaaaa” diye bağırdığı bir ortamda; zemin “maç seçmeye” oldukça elverişlidir.

Para pul mevzuuna gelince, “eski” başkan cebinden kulübe para vererek faydalı olduğunu zannetti, ancak aslında nasıl zarar verdiği Tayfur Havutçu’nun sözlerinde saklı. Galatasaray maçında, Quaresma’nın saha içindeki etkisizliğinin sebebini sorunca, Hoca’nın cevabı ilginçti: “Belki başkan istifa ettiği için oynamıyorlardır. Bu adamlar para varsa oynar, yoksa oynamaz. Başkan cebinden bazı futbolcuların parasını karşılıyordu. Başkan gidince bu futbolcular paramızı nasıl alacağız diye korkmaya başladılar.”

Şimdi iki soru var aklımda:

1) “Yıldız” futbolcu kime denir?
2) Bugün Beşiktaş’ın asıl ihtiyacı olan “yıldız” futbolcu mudur?

Çarşı “Boğa”ya da karşı!

Beşiktaş Çarşı grubu 15 Mart akşamı İspanya’nın Atletico Madrid takımı ile oynayacakları maçta enteresan bir protestoya daha imza atacak. İspanya’da Boğa Festivalinde, hayvanların acı çektirilerek öldürülmesine tepki göstermek amacıyla düzenledikleri koreografi ile ilgili şu resmi açıklamayı yaptılar:

“Uzun zamandan beri yapmak istediğimiz protestoyu Atletico Madrid maçında gerçekleştiriyoruz. Kapalı tribünde açılacak büyük bir pankartın etrafına 1000 adet birer metrelik kırmızı kumaşlar dağıtılacaktır. Takımlar sahaya çıkarken pankartı açıyoruz ve kırmızı kumaşları matadorların boğalara yaptığı gibi 'oley' çekerek onları eziyet gören boğaların yerine koyacağız.”