24 Mart 2014 Pazartesi

Kurumsal Beşiktaş

Yıldız transfer yok, stat yok, çoğu zaman ceza yüzünden taraftar yok ancak yine de bu sezon kazanma hırsı ve yüksek motivasyonu olan bir Beşiktaş var. Liderle puan farkının açıldığı ligde, Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan gidebilmek için ligi ikinci bitirmenin önemi ortada. Drogba’lı, Sneijder’li, Mancini’li, geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde son 8’e, bu yıl 16’ya kalmış, sadece devre arasında 30 milyon Euro transfere para harcamış rakibi ağustos böceği misali puan kayıpları yaşarken; Beşiktaş’ın genç ve mütevazi kadrosu dün akşam da karınca gibi çalıştı.

Maçın gizli kahramanı Veli Kavlak, daha 2’nci dakika dolmamıştı ki, sol ayağı ile harika bir gol attı. Veli haftalardır istikrarlı bir oyun sergiliyor ve bunun meyvesi olarak her maç ya asist yapıyor ya gol atıyor. Dün akşam da maç boyunca ortaya koyduğu topu kazanma hırsıyla rakibin pas bağlantılarını etkili bir şekilde kesti. Avusturya Milli Takımı’nda ve eski kulübü Rapid Wien’de daha çok kanatta oynayan, ancak Beşiktaş’a gelince Biliç’in de katkısıyla ön liberoyu hakimiyeti altına alan Veli, erken attığı gol ile takımın özgüvenini yerine getirdi.

Öyle ki, dakika henüz 8 olmuştu ki, bu sefer siyah beyazlı ekibin askeri Mustafa Pektemek, adeta havada asılı kalmışçasına sıçrayarak, skoru ikiledi. Bugüne kadar gördüğüm en çalışkan futbolcular listesinde hiç şüphesiz ilk 5’e girer Mustafa. Üst üste yaşadığı sakatlıklara, ameliyat olmasına, haftalarca formasından uzak kalmasına rağmen, ona en çok ihtiyaç duyulan 2 haftada tutup 3 gol atıyor. Biliç’in “Sosyalist bir takım yaratacağız,” derken ne kadar ciddi olduğunu görüyoruz. Bu oyuncu yıldız, kadroya almazsam küser demeyip, performansa göre kadroyu kuruyor. Kenarda Almeida beklerken, Mustafa da ısrar ediyor ve oyuncusunu maçın kahramanı yapıyor. Formayı kapan Mustafa da, sadece terle değil, kanla da formasını ıslatıyor. Uluslararası kurallara göre hijyenik nedenlerden dolayı futbolcu kanlı forma ile oynamamalı. 4 kere forma değiştiriyor Mustafa. İzlerken bir an durup düşünüyorum, Fernandes sahada olsa, benzer bir sakatlık yaşasa maça devam eder miydi diye. Kendi kendime verdiğim cevap ile Mustafa’yı bir kez daha alkışlamak geçiyor içimden.

Mustafa'nın değiştirdiği ilk formayı Başkan Fikret Orman almış, saklamak için. Beşiktaş yönetimi dün tam kadro maçtaydı. Son sürat stat çalışmalarını sürdürüyorlar, bu arada takımı en azından manevi olarak motive edebilmek için ellerinden geleni de yapıyorlar. Futbolda "kurumsallaşmanın" ilk şartının saha içinde ve dışında "takımdaşlık" ve "inanmışlık" olduğunu çözmüş siyah beyazlı camia. Hem de yönetimden, teknik direktöre ve oyuncusuna kadar. Ne diyelim, İnönü Vodafone Arena çimlerine çıktığı ilk sezon, Şampiyonlar Ligi’ne de merhaba demek bu Beşiktaş’a çok yakışır.

17 Mart 2014 Pazartesi

Ağlamak güzeldir

Hangi takımı tutarsanız tutun, dün akşam 19:00’da ekran karşısına geçtiğinde, Şükrü Saraçoğlu tribünlerine tebessüm etmeyen yoktur. Özellikle de milletçe gergin günler geçirdiğimiz şu günlerde, Hababam Sınıfı oyuncularını tribüne davet etme fikri kimden çıktıysa çok yaşasın.

Fenerbahçe, hocalarının da doğrultusunda her maça final maçı diye çıkıyor, meyvesini de alıyor. Takım her ne kadar ilk yarıya etkili başlamamış gibi gözükse de, bunda Hikmet Hoca’nın takımının etkisi büyük. Özellikle Hoca’nın hızlı oyuncuları ile kanatlara aldığı önlem sayesinde sarı lacivertli ekip bu bölgelerde sıkıntı yaşadı. İlk yarıyı yeterli alan bulamadığı için pek iyi kapamayan Caner, ikinci yarıda skor avantajına yaptığı katkı ile alkışı haketti.

Hiç şüphesiz Caner kariyerinin en iyi sezonunu yaşıyor. Sezon sonunda yurt dışına gitmeyi istiyor oluşu kendi için iyi, Fenerbahçe için kötü haber. Ersun Hoca ve ekibinin Caner’in alternatifi olabilecek oyuncu arayışlarına girmiş olduğunu tahmin ediyorum. Tecrübeli oyuncu Kuyt ise sade ama etkili paslarıyla takımın en iyisiydi. “Uçan Hollandalı” bu sezon oynadığı tüm maçlarda skora katkısı olacak bir oyun ortaya koyuyor, insiyatif alıyor. Attığı harika gol ile hem takımını motive etti, hem de rakip takımın dengesini bozdu. Ligin zirvesindeki takımla, son sıralardaki, kümede kalma mücadelesi veren takım arasında böylesine tempolu bir maç geçiyorsa, maçın kazananı kadar, maç boyunca oyun disiplininden kopmayan ve oyuna ortak olan Kayseri Erciyesspor’u da kutlamak lazım.

Fenerbahçe takım olarak gol pozisyonunlarında üretici ama son vuruşlarda sıkıntı yaşamaya devam ediyor. Attığından çok daha fazlasını kaçırıyor. En büyük sebeplerden biri Emenike’nin bir türlü değişmeyen bencilliği ve Sow’un bire bir kaldığı pozisyonlardaki şanssızlığı. Sow 77 gündür gol atamıyor. Aklıma 2005 yılında Hakan Şükür’ün 141 günlük gol orucu geldi. Her golcü zaman zaman böyle şanssız dönemler geçirir. Futbolcuların fiziksel gücü kadar duygusal gücü de performanslarında etkili. Dün akşam gözyaşlarını tutamayan Sow’a taraftardan, rakip takım arkadaşlarına kadar herkesten destek vardı. İnsan o sahneyi görünce mırıldanmadan geçemiyor:

“Ağlamak güzeldir
Süzülürken yaşlar gözünden
Sakın utanma…”


3 Mart 2014 Pazartesi

Galatasaray şampiyon olmak istiyor mu?

Galatasaray’da bir şeyler ters gidiyor. Hem de öyle son bir kaç haftadır değil, daha uzun bir süredir ters gidiyor. Takım şampiyonluk yarışında belki lideri kovalıyor ancak ne ortaya koyduğu oyun, ne takım konsantrasyonu ne de futbolcuların motivasyonu tatmin etmiyor.

Mutlak 3 puan ile bitirmesi gereken Rize deplasmanında yine sonuç değişmedi ve deplasman sendromu devam etti. Özellikle maçın ilk yarısı ileri çıkamayan ve forvetleri besleyemeyen bir Selçuk ve Sneijder izledik. Gerçi bu iki futbolcunun etkisiz görüntüsünün altında Rizespor’un Kağan, Kıvanç, Aykut üçlüsünün orta sahayı adeta kilitlemesinin de etkisi vardı. Yine de orta sahada tek çabalayan Melo’ydu diyebiliriz. Hani Galatasaray’da bir anket yapılsa hangi futbolcu şampiyonluğu daha çok istiyor diye en çok isteyen Melo çıkar.

Nereden çıktı şimdi bu demeyin. Bir takımın en büyük motivasyon kaynağı futbolcuların bireysel olarak kazanma, şampiyonluk yaşama isteğidir. Maç sonu Mancini, Drogba’yı kadroya almayışı sebebiyle eleştirilince, Drogba’nın kendisinin dinlenmek istediğini ve bu sebeple Rize’ye gelmeyip ailesinin yanına gittiğini söyledi. Mancini Drogba’ya “Hayır oynayacaksın,” dese bile futbolcudan verim almayacak. Kariyerinde bir çok yıldız oyuncu ile çalışmış, bu tip işleri çok iyi bilen bir teknik adam. Burada problem Mancini’de değil, haftalardır performansı düşen Drogba’da. O profesyonellikte bir yıldız oyuncunun eleştirilere tahammülünün olmayıp saha içinde her şeyini verip takımı şampiyonluk yolunda yüreklendirmesi gerekir. “Bu sene Galatasaray’ı şampiyon yapacağım,” motivasyonunda olan bir Drogba, Belçika’yla hazırlık maçını mı yoksa şampiyonluk için her puanın kritik olduğu bu haftaları mı düşünür? Tabii ki Galatasaray takımı Drogba’dan ibaret değil. Ancak yedek kulübesinde “bile” oturan, son 5 dakika “bile” olsun oyuna giren bir “iştahlı” Drogba her zaman rakibe korku salar.

Drogba’nın yokluğunda forma şansı bulan Umut da Rize’nin hızlı çıkmasına sebep olan top kayıpları yaparak maalesef bu fırsatı değerlendiremedi. Gayretli bir oyuncu ancak yedek kulübe golcüsü olmaktan öteye hala geçemiyor. İnsan ister istemez bu şekilde giderse Fenerbahçe’de yıllarca “Genç Semih” diye kalan Semih Şentürk’e benzer bir hikaye de Umut Bulut mu diye düşünmeden edemiyor.

Dedim ya Galatasaray’da bir şeyler ters gidiyor. Deplasmanda bir takım üst üste 20 puan kaybediyorsa, tüm teknik ekip ve futbolcular oturup bunun sebebini net bir şekilde ortaya koymalı. Bireysel performansı yüksek olması beklenen futbolcular var. Ancak bir sebeple bunlar da motive olamıyor. Futbolda önce oyunu zihinde kazanmak gerekiyor. Sonra sahaya çıkınca top kazanma yüzdesi, paslaşma, saha parselizasyonu ve gol vuruşu geliyor. Galatasaray’da tüm bunları yapabilecek potansiyelde futbolcular var. Yani un, yağ, şeker hepsi var. Mancini’nin de artık bu malzemeler ile neden helva yapamadığını bulması gerekiyor.