1 Aralık 2015 Salı

Arıza çocuklar

Onlar futbolun hırçın, kabına sığmaz, problem çocukları. Bazen rakiplerine, bazen takımlarına, bazen de takım arkadaşlarına zarar verdiler ama aslında en büyük zararları hep kendilerine. Neden böyle olduklarını anlamak çok zor? Aile mi, mahalle mi, zor bir çocukluk mu? Belki hepsi, belki hiç biri. Belki de bu kısma çok kafa yormamak lazım. Freud’un dediği gibi, “Bir puro, bazen sadece bir purodur.”

VINNIE JONES

Her arıza futbolcu gibi Vinnie Jones da kötü bir çocukluk geçirir. Babasından yediği yumruk sonrası 16 yaşında evi terk eder. Para kazanmak için inşaatlarda çalışır. Profesyonel futbol oynamaya başlayana kadar da her türlü kötü alışkanlığı vardır. Sonra Wimbledon FC günleri başlar ve sokaklardan yeşil sahalara transfer olan Vinnie Jones, kötü alışkanlıklarını bırakır ancak bıçkınlığı devam eder.

Asabi kişiliği ve sert oyun yapısının yanında, takımı için canını verebilecek bir karakteri vardı. Takım arkadaşlarından da aynı şeyi yapmalarını bekliyordu. Hatta sırf bu yüzden bir maçtan sonra sinirlendiği Warren Barton ve Dean Holdsworth isimli takım arkadaşlarını, Wimbledon formasını gururla taşımadıklarını düşündüğü için soyunma odasının duvarına asmıştı. Leeds United’da da rahat duramayan Vinnie Jones burada da ayağa top yapmasını istediği Bobby Davison ile yumruklaşır. Hatta işi abartıp, Davison’u pompalı tüfek ile tehdit edince kulüpten yollanır. Premier lig tarihinin en hızlı kart gören, “Balta” lakaplı futbolcusu “Nasıl bacak kırılır?” diye de bir kitap yazmıştır. Şaka değil gerçek.

Jones 1987'de Wimbledon'da terör estirdiği dönemde, futbol dünyası bir başka çılgın adam Paul Gascoigne'yi konuşuyordu. Maçlardaki sıradışı tavırlarıyla nam salan Gascoigne ve Jones bir maçta karşı karşıya geldiğinde kimse neler olacağını tahmin etmiyordu. Jones, taraftarlara beklediği gösteriyi yapmaktan geri durmamıştı. Sahanın ortasında Gascoigne'in testislerini patlatırcasına sıkan Jones’u, maçın hakemi kart bile göstermeye gerek duymadan "Çık dışarı" diyerek sahadan kovmuştur. Aynı zamanda dünya futbol tarihinde en kısa sürede görülen kırmızı kart olarak tarihe geçen bu olay sonrasında yaşananlar da ilginçtir. Sahada terör estiren Jones'tan bir hayli korkan Gascoigne, maçın ardından Jones'un soyunma odasına barışma amaçlı çiçek göndermiştir. Jones ise karşılığında, Gascoigne'ye tuvalet fırçası göndererek çizgisini bozmamıştır. 

Kendisini kızdıran gazetecinin burnunu ısırıp hastanelik edebilecek kadar gözü dönen insanla, komşusuyla kavga ettiği için kamu cezası alıp, cezasını çekerken battaniye dağıttığı yaşlı insanların durumunu görüp eve ağlayarak gelen duygusal insan aslında aynı iki kişidir.

Futbolu bırakınca beyaz perdeye adım atmış fena da rol yapmamıştır. Çocukken dövdüğü okul arkadaşları, o meşhur olunca vücutlarındaki yaraları gösterip “Jones beni de dövmüştü,” diye garip bir gurura kapılmışlardı.

1992’de piyasaya çıkan bir video film başta Vinnie olmak üzere, futbolun diğer sert çocuklarının arşiv görüntülerini içeriyordu. Bu türden bir futbolcu olmak isteyenlere çeşitli tavsiyeler bile veriliyordu. Filmin yayınlanmasının hemen ardından Vinnie bir rekorun daha sahibi oldu. İngiltere Futbol Federasyonu Vinnie’ye futbolun ününe leke sürdüğü gerekçesiyle tarihinin en büyük cezasını verdi: 20 bin sterlin.



MARIO BALOTELLI

Psikologlar ve sosyologlar için tez konusu olabilecek olaylara imza atan Balotelli’nin geçirdiği zor çocukluk belki bugünlerin izlerine sebep. Daha çocukken sağlık sorunları yüzünden defalarca ameliyat geçiren, zaten maddi durumu iyi olmayan ailesi tarafından daha fazla bakılmak istenmeyip küçük yaşta evlatlık verilen  ve yakın zamana kadar defalarca ırkçılığa maruz kalmış birinden bahsediyoruz. Tüm bu dönemlerde aradığı ilacı futbolda buldu. Inter, Manchester City, Milan, Liverpool ve son olarak yine Milan. Kariyeri boyunca ya sahanın en iyisiydi ya da berbat oynadı. Hiç ortalamada, vasat bir oyuncu olmadı. Yıllar sonra bu adamı bize hatırlatacak olan saha içindeki oyunu değil, dışarıda oynadığı oyunlar olacak. İşte onlardan bazıları:

*  Evinin banyosunda havai fişek fırlattı. Perde ve havluların tutuşmasıyla yangın çıktı.
*  Antrenmanda genç takım oyuncularına dart oku fırlattı. “Amacım makara yapmaktı,” dedi.
*  EURO 2012’de Almanya’ya attığı 2. golden sonra formasını çıkardığı için Fransız hakem Stephane Lannoy tarafından sarı kartla cezalandırılan Mario Balotelli, “Sanırım birileri vücudumu kıskandığı için bana sarı kart gösterdi” diye konuştu.
*  Erkek kardeşi ile Brescia’da bulunan bir kadın cezaevi çevresinde dolaşırken yakalandı. Polise bunun sebebini; “Sadece merak ediyorduk” diyerek açıkladı.
*  27 kez park kuralını çiğneyip ceza ödedi.

Bütün bu aşırılıklarının yanı sıra, duyarlı bir yanı olduğunu da itiraf etmek lazım. Çünkü bunları da yapan aynı Balotelli:

*  Yılbaşında 24 evsiz insanı toplayıp parti yapan.
*  Benzin istasyonunda herkesin deposunu full'leyen
*  Yılbaşında Manchester sokaklarında Noel Baba kıyafeti giyerek sokaktan geçenlere para dağıtan
*  İngiltere’de bir pub’a gidip, durup dururken bardaki herkesin hesaplarını ödeyen

Kariyeri boyunca bir sürü sıra dışı adamla da çalıştı. Onlar Balotelli’nin hayatına dokunurken, hiç şüphesiz o da bu adamların anılarına girecek izler bıraktı. Futbol dünyasının “özel adamı” Mourinho şöyle anlatıyor:

“Mario komik bir oyuncuydu. İnter'de geçirdiğim iki yıl için sadece Mario hakkında 200 sayfalık bir kitap yazabilirim. Ama kitap bir dram hikayesi değil, bir komedi olurdu. Şampiyonlar Ligi'nde Kazan deplasmanındaydık. O maçta bütün forvet oyuncularım ya cezalı ya sakattı. Ne Milito, ne Eto'o. Elimde kullanabileceğim sadece Mario vardı. Mario, oyunun 42. dakikasında sarı kart gördü. Devre arasında 15 dakikamın 14 dakikasını sadece Mario'ya ayırdım. Ona, yedekte başka forvetim yok, seni çıkartamam, sakın kimseye dokunma, sadece topla oyna, topu kaybettiğinde reaksiyon gösterme, biri seni provoke ettiğinde sinirlenme, hakem hata yaptığında tepki gösterme, LÜTFEN Mario dedim. Dakika 46 kırmızı kart."


ERIC CANTONA

1966 İngiltere için harika bir yıldı. Tarihlerinde ilk ve son kez Dünya Kupası’nı kazanmışlardı. Fakat çok daha önemli bir şey vardı. O yıl Eric Cantona dünyaya gelmişti. Hırçın, arıza, sert ama bir o kadar da saygı duyulası bir isim. Yakası kalkık forması ile yeşil sahanın stil ikonu, cool gol sevinçleri ile şahsına münhasır bir kişilik. Futbol dünyasının en çok saygı duyulan bu delisi, Düşler Tiyatrosu Manchester United tarihine de damgasını vurdu. Öyle ki, o gittikten sonra Manchester United yakalı forma giymedi. Eric sahadaki futboluyla, karakteriyle İngilizleri o kadar etkilemiş olacak ki, George Best onun hakkında: '' Onunla aynı takımda olmak için içkiyi bile bırakırdım.'' demiştir. Onu bu kadar özel kılan, saha içindeki nefis futbolunun yanı sıra, tabii ki imza attığı sıra dışı olaylar. İşte bazıları:

*  Leningrad’daki bir hazırlık turnuvasında maçı yöneten Kızıl Ordu’lu bir askerin yüzüne tükürdü. Diplomatik bir vukuat olmaması için Fransa Konsolosluğu devreye girdi.
*  Martigues’de kiralık oynarken Fransa Kupası’nda 5–0 kazandıkları maçta kendisine hakaret eden bir taraftara küfredince kariyerinin ilk kırmızı kartını gördü.
*  Auxerre’de antrenman sahasındaki karları temizlemeyi reddeden takım arkadaşı kaleci Bruno Martini’ye kafa attı.
*  Milli takım hocası Henri Michel, Çekoslovakya’yla yapılacak hazırlık maçında Cantona’yı oynatmayacağını açıklayınca televizyona çıkıp “Onun tam bir bok çuvalı olduğunu düşünüyorum” dedi. Bu sözlerden ötürü bir yıl milli takımdan men edildi.
*   Montpellier’de oynarken Lille maçının ardından takım arkadaşı Jean-Claude Lemoult’nun yüzüne kramponlarını fırlattı ve yumruklaştılar. Önce kulüpten gönderildi, ancak daha sonra cezası azaltıldı.
*    Nimes’de oynarken bir maçta topu hakeme fırlattı. Bir ay ceza almıştı ki disiplin kuruluna ifade vermeye gittiğinde komite üyelerinin hepsine tek tek “salak” dedi ve cezası iki ay artırıldı. Bunun üzerine futbolu bırakacağını açıkladı.

Ama Cantona’nın arşivlere geçen en meşhur olayı 1995 yılında Manchester United-Crystal Palace maçında yaşandı. Dakikalar 48’i gösteriyordu Shaw, kaleci Schmeichel’ın yolladığı uzun topu Cantona ile omuz omuza takip ediyordu. Sonrasında Cantona, Shaw’ın darbesine oyun kuralları dışında karşılık vererek Palace’lı oyuncunun yere düşmesine neden oldu.  Hakem hareketi kırmızı kartla cezalandırdı takiben Eric malzemeci Norman Davies’le beraber soyunma odasına doğru yürümeye başladı. Taraftarlardan biri çıkışın oraya gelip Cantona’ya küfür etmeye başladı. Kendini tutamayan futbolcu bariyerlerin üzerinden uçarak o taraftara adeta kung-fu tekmesi atıp yumruklar savurdu. Bu olayın ardından Cantona, United tarafından 20 bin pound’luk bir cezaya çarptırıldı. Federasyon da Fransız yıldıza 9 ay futboldan men ve 10 bin pound’luk para cezası verdi. 



MARCO MATERAZZI

Arızalığının yanına bir de çirkefliği eklememiz gereken oyuncu. Futbolu Inter’de bırakan, -ki hepimize acaba bütün arıza futbolcuların yolu bir şekilde Inter’den geçiyor mu, diye düşündürten, kariyeri boyunca sayısız sarı ve 25 kırmızı kart (sadece üçünü Everton’daki ilk sezonunda gördü) gören sert çocuk Materazzi. Sağlam fiziğiyle her taraftarın takımında görmek isteyeceği güçlü bir stoper. Ama aynı zamanda her an kırmızı kart görüp takımını yalnız bırakması muhtemel bir saatli bomba.

Onu unutulmazlar arasına sokan 2006 Dünya Kupası finalinde Zidane ile girdiği diyalog. Fransız futbolcunun ailesine küfür edince, Zidane kendini tutamayıp kendisine kafa atmış, kırmızı kart ile takımını penaltı atışlarına kalacak maçta yalnız bırakmış ve daha da kötüsü kupayı İtalya evine götürmüştü. Bu olay zaten futbolu o sezon bırakmaya karar vermiş Zidane’ın bir nevi futbola vedası oldu. Yıllar geçti, üzerine çok şey yazıldı, hatta bu olayın bir de heykeli yapılıp Fransızlar tarafından sergilendi.

Materazzi bu, sadece bir olay ile arızalar listesine giremeyecek kadar arıza bir adam. Zamanında ünlü İtalyan gazetesi Corriere della Sera Materazzi’nin, rakip oyuncular karşısında, kökenden erkekliğe varana kadar en can alıcı noktalarda damara basmak da dahil olmak üzere usta bir provokatör diye ün saldığını belirtmişti. 2004 yılında Inter-Siena maçında Sienalı savunma oyuncusu Bruno Cirillo soyunma odasında Materazzi’nin yumruklarına maruz kalmıştı. Cirillo’nun dudağı patlarken, Materazzi iki ay ceza almıştı. Sahada, oyun sırasında sakatladığı futbolculardan ise uzun bir liste olur.

Dedim ya, konu arıza futbolcular olunca Inter listede başı çekiyor. Ve enteresan bir şekilde bu arızaların yolu illa Mourinho ile de kesişiyor. Mourinho da arıza olduğundan mıdır bilinmez, bu adamların en sevdiği teknik direktör hep kendisi. Boşuna “özel adam” değil anlayacağınız. Inter ile üç kupa kaldıran Jose Mourinho, kulüpten ayrılırken, Materazzi yanına gidip sarılmış, ikili uzun süre ağlamış ve kameralar bu anı kaçırmamıştı. Tepkilerini abartılı dışa vuran, fevri insanların fazla duygusal olduğu söylenir. Yalan olmasa gerek.


JOEY BARTON

Futbola damgasını vuran bu sert abiler bugün futbola devam ediyor olsa nasıl olurdu sorusunun vücut bulmuş cevabı Joey Barton. Üniversitede felsefe eğitimi alıyor, boş zamanlarında Eflatun okuyor, dünya siyasetini yakından takip edip sosyal medya hesabından sivri eleştiriler yapıyor. QPR’ın oyuncusu olup Marsilya’da kiralık bulunan Joey Barton’ın yolu hapishaneden dahi geçmiş. Newcastle United da oynadığı dönemde bir bar kavgasına karışıp 6 ay hapis cezası aldı. Daha önce de Manchester City’de oynadığı dönem oldukça “renkli” bir kişilikti. Bir partide tişörtünü yakmaya çalışan çocuğun gözüne sigara sokmuş, Tayland kampında Everton taraftarı bir çocuğu tokatlamıştı. Takım arkadaşı Ousmane Dabo‘yu tanınmayacak hale sokması ve mahkeme tarafından 4 ay hapis, 200 saat kamu hizmeti cezasına çarptırılması da imzası olan olaylardan biriydi.

2012 yılında Fransız ekibi Marsilya’ya kiralanan Barton alışmış olduğumuz futbolcu açıklamalarının aksine takıma “Çok büyük bir kulüp olduğu için” değil kız arkadaşının hamile olduğu ve paraya ihtiyacı olduğu için geldiğini söylemişti. Günümüz dünyasında sosyal medyanın yeri de büyük kuşkusuz. Joey adeta bir fenomen gibi bunu da iyi kullananlardan. Margaret Thatcher öldükten sonra attığı tweet de tam kendisine yakışacak cinsten:

“Huzur içinde uyu derdim ama bu doğru olmazdı. Cennet varsa bile o yaşlı cadı orada olmayacaktır” 

Steven Gerrard ile aynı mahallenin çocuğu oldukları bilgisini de buraya ekleyecek olursak, geriye bize söyleyecek tek bir şey kalıyor, hayat aslında adil ama farkında olmayan biz miyiz?


Son Mohikan

Gerrard’ın, Pirlo’nun, Lampard’ın, Xavi’nin valizi alıp, gözleri buğulu yuvadan ayrıldığı şu dönemde, bizler de yarı hüzünlü, yarı meraklı izliyoruz bu vedaları. Fonda inceden bir Selami Şahin çalıyor, “Eskilerden kim kaldı?”. Sahi “O”ndan başka kaç bayrak adam kaldı yeşil sahalarda?

Roma. Kimileri için bir imparatorluk, kimileri için Katolikliğin kalbi, kimileri için Avrupa’nın gezilecek güzel bir şehri, benim için ilk öykümü kaleme aldığım bir anı, Francesco Totti için ise bütün bunlardan çok daha fazlası. 2800 yıllık geçmişe sahip bu şehir, tarih boyunca Sezar’dan Neron’a kadar bir çok imparator görmüştür. 2000’li yıllara gelindiğinde ise, Roma sokaklarında halen hükümdarlığını sürdüren tek bir isimden söz etmek mümkün; Francesco Totti.

Totti, Roma doğumludur. Doğduğundan beri Roma’yı tutar. 13 yaşında kulübe imza atmış, 21 yaşından beri de kaptanlığını yapmaktadır. Çocukken Milan’dan gelen teklifi “Ben Roma’da oynayacağım,” diyerek reddetmiştir. Bütün çocukluğu Roma’nın bir arka mahallesinde top oynayarak geçmiş bir çocuk için pek de şaşılacak bir durum değildir aslında. Sekiz yaşında oturduğu semtin takımında oynamaya başlayan bu ufaklık, 13 yaşında Milan scout ekipleri tarafından keşfedilince, Roma kulüpleri de tehlikenin farkına varıp Totti ailesinin kapısını çalmıştı. Hem Roma hem Lazio bu genç yeteneği renklerine bağlamak için annesi Fiorella’ya dil dökmüş, annenin tercihi ise Roma kulübü olmuştu. Daha sonraları o döneme ait anılarını anlatan Francesco, “Annem ve babam Roma ya da Lazio’dan birine gidebileceğimi söyledi. Ardından annem tuttuğum takım olan Roma’yı seçti. Eğer Lazio’yu seçseydi sanırım onu öldürebilirdim!” diyecekti. Daha küçük bir çocukken oğlunu alıp Vatikan’a koşan anne Fiorella, o gün Papa II. Jean Paul’un oğlunun saçlarını okşayacağını bilmiyordu. Ama bu sarışın çocuğun hayatında Roma’nın ne ifade ettiğinin ilk günden beri farkındaydı.


ROMALI FRANCESCO

Genç takımla geçen iki yıldan sonra, 1993 yılında dönemin teknik direktörü Vujodin Buskov, Brescia ile oynadıkları bir maçta dakikalar 87’i gösterirken Totti’yi ilk defa A takım formasıyla oyuna alıyordu. Üç dakikalık o tecrübe Totti’nin hayatının en önemli anıydı. Bir sonraki sezon ilk 11’de forma giymeye başlayan henüz 17 yaşındaki bu genç, artık Serie A’da dikkatleri üzerine çekmeye başlamış, o sezon ilk golünü de atmıştı.

Bu arada önce Cesare Maldini teknik direktörlüğündeki U-18, sonra ise U-21 milli takımlarında İtalya forması içinde parıldıyordu. Bir atasözü vardır, “Roma bir günde inşa edilmedi,” der. İşte Totti ile Roma şehrinin kaderi de aynıydı. Onun da kariyerinin en efsane yıllarını inşa etmeye başladığı 1997 yılında, Roma’nın teknik direktörlük koltuğuna kurt hoca Zdenak Zeman oturmuştu. O güne kadar forvet arkasında oynayan Totti, Zeman ile beraber hem takımın kaptanlığına hem de sol açık mevkiine evriliyordu. 4-3-3 sisteminde oynayan bu yeni Roma’da, kaptan iki sezonu 30 gol ile kapadı. 21 yaşına gelmiş, eski Roma Tanrılarını aratmayacak kadar yakışıklı bu adam tribünlerin de çoktan sevgilisi olmuştu. Cezalı ya da sakat olduğu maçları küçüklüğünden beri gittiği güney tribününde izliyordu. Yine böyle maçların birinde klişeleşecek bir pankart açılmıştı: No Totti no Party. Totti yoksa parti de yok! Kimi zaman formasının içine giydiği mesaj içerikli tişörtleriyle, kimi zaman tribünlere koştuğu gol sevinçleriyle her çıktığı maçta “ben de sizden biriyim,” derken, tribünlerde sırf onu izlemek için gelen taraftarlarla doluyordu. Spor gazetelerinde ismi daha büyük puntolarla yazılmaya başlayan ve özel hayatı da artık takip konusu olmuş bu adamı en özel kılan hiç şüphesiz Roma şehrine olan aşkı oldu.
“Bir gecede altı kızla dışarı çıktım. Hepsini birbiriyle aldattım ama Roma’yı asla aldatmadım.”




TREQUARTİSTA

Zeman’ın ayrılığının ardından Roma sokaklarına, çalıştırdığı her takımı şampiyon yapan Fabio Capello gelmişti. Gelir gelmez bütün sistemi Totti’nin üzerine kurduğu bir oyun anlayışı oluşturdu. Ve ilk iş, kaptanın pozisyonunu değiştirmek oldu. İtalyanlar futbola kendi terimlerini kazandırmayı çok sever. İşte Francesco Totti de gole dönük, modern 10 numara anlamına gelen “trequartista” olarak ilk sezon hem 13 gol attı, hem de İtalya’da yılın oyuncusu seçildi. Zeman’ın 4-3-3’ünden Capello’nun 5-3-2’sine geçen Roma’da Totti leblebi gibi goller atıp, şehrin en golcü adamı oldu. Ve takım Capello ile ikinci sezonda Juventus’u geçip Serie A şampiyonluğuna uzandı. Tribünler kaptanlarına artık yeni bir isim de vermişti: “İl dio biondo” yani “Sarı İlah”.

Ama İtalya’nın dev ismi Juventus 2004 yılında Capello’yu transfer etmiş ve Roma için rüya dönem de son bulmuştu. O sezon içlerinde Galatasaraylıların da yakından tanıdığı Cesare Prandelli de dahil toplam dört teknik direktör değişti Roma’da. Ve sonunda koltuk eski öğrenci Luciano Spaletti’ye emanet edildi.

Bu arada milli takımda da işler pek iyi gitmiyor, Euro 2004’de İtalya gruptan çıkamıyor, Totti ise Poulsen’e tükürdüğü için üç maç ceza alıyordu. İtalyan basını faturayı ona kesmiş, “Sarı İlah” yerini sütunlarda “Aptal Sarışın”a bırakmıştı. Tipik bir İtalyan kıvrak zekasıyla Totti, o dönem hakkında yapılan tüm esprileri “Totti fıkraları” adı altında bir kitapta toplatıp yayınlattı, gelirini de UNICEF’e bağışladı. Ne kadar satmış olabilir ki diye küçümsemeyin. Bir milyon dolarlık bir gelirden bahsediyoruz.






NO TOTTİ NO PARTY

Bu arada Roma’da işler kötü gidiyordu. Ranieri, Montella derken Luis Enrique takımın başına geçmiş ama kimya bir türlü tutmamıştı. Kaptan, gol krallığı, altın ayakkabı kazanıyordu ama bunlar şampiyon olmaya yetmiyordu. Dedik ya, Totti bu tribünlerin çocuğu. 2010 yılı Lazio-İnter maçında, Roma’nın şampiyonluğa çok yaklaştığını gören Lazio, çelmeyi takmak için kolayca İnter’e yenildi. Kaptan ve takımının ekran başında izledikleri bu maç hepsi için hayal kırıklığıydı. Bir sonraki hafta İnter deplasmanına gideceklerdi. Maçın son dakikalarına kadar kaptan olarak oynayan Totti’nin içinden son bölüme gelindiğinde güney tribünündeki taraftar Totti fırladı. Balotelli’ye attığı kasıtlı tekmenin ardından itiraz etmeden soyunma odasına doğru yürürken, kupayı uzanmalarını engelleyen İnter’den intikamı kendince böyle almıştı. Çok sevdiğim bir arkadaşımın dediği gibi, “Roma’da Totti’nin yanında değil karşısında duruyorsan şehirde ev tutma, otelde kal. Valizi toplamak kolay olur.”

Aslında bakarsanız 20 yılı aşkın süredir oynadığı takımdan vazgeçmemiş ve bu kadar süredir tek bir şampiyonluk yaşayabilmiş bir adamı anlatmak çok kolay değil. Kağıt üzerinde puan hesaplarında hep kaybeden ama oynadığı maçların oyuncusu, hatta yılın oyuncusu seçilen bir adamdan bahsediyoruz. Kaçımız kazanırken aslında kaybeden olmayı bunca yıl göğüsleyebilir ki? Roma’nın bu büyük gladyatörünün motivasyonu yine kendisi. Buna en iyi örnek; 2011 yılında yine şampiyonluktan uzak ama en azından Şampiyonlar Ligi’ne gitmek için ümitlerin olduğu bir dönem. Udinese maçı, skor 0-0. Roma bir penaltı kazanır, topun başında kaptan Totti. Arama motorlarında en çok tıklanan goller listesine girecek o meşhur panenka penaltısını atar. Maçın ardından “Neden Panenka penaltısı?” diye sorduklarında “Daha ölmediğimi ispat etmek istedim. Uzun zamandır denemiyordum.” der. Aynı Totti, bir Juventus maçı sonrasında ise şunu söyler:
 "Juventus maçında Panenka penaltısı atacaktım. Karşımdaki arkadaşım Buffon olunca ayıp olur dedim. Keşke atsaydım, kaçırmazdım.”


CHİ Mİ CRİTİCA NON CAPİSCE Dİ CALCİO

Bir çokları Totti’yi hep eleştiren taraf oldu. Real Madrid’in teklifini reddetmesini, büyük hedeflerinin olmamasını, tribünlerle fazla iç içe olmasını. Onun bütün bu eleştirilere yanıtı ise oldukça basit:
"Chi mi critica non capisce di calcio" (Beni eleştiren futboldan anlamıyordur)

Bu arada yanlış duymadınız, 2004 yılında Real Madrid’in çok yüksek bir bedel karşılığında transfer teklifini reddetti. O dönemki Madrid’i hatırlarsınız, Zidane’lı, Raul’lu, Ronaldo’lu takım. Roma’nın başkanı Franco Sensi, yola beraber çıktığı oyuncusunun gitmek istemediğini şu sözlerle duyurmuştu:
“Bu paraya Colosseo’yu bile satarız ama Totti’yi asla.”

Salih Uçan’ın Roma’ya transfer olduğunu duyunca en çok Totti ile aynı takımda olacağı fikri beni heyecanlandırmıştı. Yanılmamışım. Geçenlerde Francesco Totti hakkındaki soruya şöyle yanıt verdi: ''Totti yaş bakımından arkadaşlığın ötesinde. Bir ağabey, bir baba gibi, 40 yaşında şu anda. İnanılmaz soğukkanlı. Yapı olarak sessiz, daha çok kendi başına takılıyor.''

2012 yılından beri direksiyon tanıdık, güvenilir bir isme emanet, Zeman. Takım en son onun döneminde şampiyon olmuştu, o günden beri hala şampiyonluğu kovalıyor. Totti ise çocukluğundan beri giydiği forma ile bu sene 39 yaşında ikinci şampiyonluğunu kovalıyor. Hala Roma’ya aşık, hala Roma ona aşık. Bu yıl yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Temsilciler Meclisi’ndeki oylamalarda Totti’ye beş oy çıktı. Şaka değil. Ancak ülkedeki seçim kanuna göre Totti 50 yaşından küçük olduğu için aday olamıyor. Ama İtalyan medyası şimdiden ileride aday olursa kazanır mı ihtimalini tartışmaya başladı.

Roma tarihin en değerli oyuncusu için filmin sonu gittikçe yaklaşıyor. İmparator şimdiden oğlunu yerine hazırlamaya başladı bile. Dokuz yaşındaki oğlu Cristian Totti, 10 numaralı Roma formasını sırtına geçirdi. Francesco Totti’nin yaşam tutkusunun adı futbol. Sokak aralarında başladı, tribünde büyüdü, sahada efsaneleşti. Pes etmesi ve arkasını dönmesi için çok sebebi vardı, o kalmayı tercih etti. Bugün ise kendisini seven sevmeyen herkese teşekkür ediyor:

 “Sizi tribünde görüyorum ve beni izlediğinizi hissediyorum. Size kim olduğumu 90 dakika içinde anlatamam ama bütün yüreğimle doldurduğum bir 90 dakika verebilirim. Bir futbolcu olarak tüm kariyerimi size verdim. Hepinize teşekkür borcum var. Bana birine verilebilecek en saf hediyeyi verdiniz: Mücadeleye devam etme gücü!”




Totti Fıkraları:

·      Totti bir gün mahkemededir. Hakim Totti’den savunma ister. Totti de Panucci, Mancini, Chivu, Candella der.
·      Totti terastadır.
Ilary blasi : Francesco içeriye gel yağmur yağıyor
Totti: Burada da..
·      Totti bir seyahat acentasına telefon açar ve "Roma-Milano uçakla ne kadar sürüyor?" diye sorar. Acenta görevlisi "Bir saniye efendim" der ve Totti teşekkür edip telefonu kapatır.