25 Ekim 2016 Salı

Siyah inci: Paul Pogba

“Ona reddemeyeceği bir teklif yapacağım.” The Godfather / Baba filminin belki de en unutulmaz repliklerinden biri. 1972 yapımı olan film dev oyuncu kadrosuna rağmen 6,5 milyon dolarlık mütevazi bir bütçe ile çekilmişti. Hollywood hep yüksek rakamlı bütçelerin konuşulduğu bir yer olmuştur. Oyuncuların aldığı ücretler, prodüksiyon maliyetleri, kontratlar, televizyon gelirleri, sıradan bir insanın pek de hayal edemeyeceği paralardır. Derken 80’ler ile beraber bu dev endüstri ile rekabet edebilecek başka bir alan doğdu: Futbol endüstrisi. 1982 yılında Maradona diye bir adam Barselona kulübüne 5 milyon avro karşılığında transfer olup, bir anda bütün rakamları alt üst etti. Günümüze gelene kadar da futbol dünyasındaki transfer rakamları artarak devam etti. 2013 yılında Gareth Bale İngiltere’den İspanya’ya, Real Madrid’e 100 milyon avro gibi bir rakama gidip, dünyanın en pahalı transferi oldu. Bu arada sinema endüstrisi de boş durmadı. X-men, Avatar, Harry Potter gibi dev bütçeli filmleri vizyona soktu. Hollywood’da rekor şu an 300 milyon dolarla Karayip Korsanları’nda. Futbolda ise yeni bir rekor Temmuz ayında kırıldı. Paul Pogba 105 milyon avro (116 milyon dolar) ile belki bir Karayip Korsanı değil ama siyah inci şimdilik dünyanın en pahalı transferi. 


Manchester United İngiltere’nin en büyük kulüplerinden biri. Tarihi boyunca bir çok kupa ve yıldız futbolcuya alışık olan bu kulübün ne yazık ki son bir kaç yıldır yüzü gülmüyordu. Sir Alex Ferguson’un vedasından sonra ne koltuğunu doldurabilen bir teknik adam oldu, ne de tatmin edici bir başarı geldi. Bu sezon kötü gidişe bir dur demek isteyen kırmızı şeytanlar, değişimin ilk sinyalini Mourinho’yu takımın başına getirerek verdi. Mourinho işe PSG ile sözleşmesi biten Zlatan İbrahimovic ile başladı, Eric Bailly, Henrikh Mkhitaryan derken Pogba ile altın vuruşu yaptı. 

Jose Mourinho hiç bir zaman para harcamaktan korkan bir teknik adam olmadı. Diego Costa, Luka Modric, Fabregas, Shevchenko gibi yıldız isimleri dönemin yüksek ücretlerinde transfer eden Mourinho, 11 yıl önce Chelsea’ye ilk geldiği günden bugüne çalıştırdığı takımlar için toplam 995 milyon avro’luk transfer gerçekleştirmiş. Tabii, bugün itibariyle bu rakamda büyük pay sahibi olan isim Paul Pogba. Bir çok insan bu transferi Gareth Bale ya da Cristiano Ronaldo ile karşılaştırdı, ya da mevzunun şu ana kadar okuduğunuz rakam tarafına takıldı. Ancak tüm bunları burada bırakıp şunu kabul etmek lazım ki, United planlarını bundan çok daha fazlası üzerine kurdu. 23 yaşında, potansiyeli ve yeteneği üst düzey ve maçın kahramanı olabilecek bir adam transfer etti. Hiç şüphesiz Mourinho’nun kariyerinin en önemli taşlarından biri, dünyanın en pahalı transferini nasıl oynatacağı olacaktır. Pogba’yı saha içinde tanımlamak zor. Sezon başına 15 gollük ortalaması ile bir Frank Lampard değil belki ama oyunu değiştirecek bir oyuncu olduğu da kesin. Rooney ve Zlatan ile beraber oynayacağını da düşünürsek tablo şaşırtıcı olabilir. Saha içinde çakılı kalmadan oynayacağı bir sistem kurulması şart. Aksi takdirde Deschamps’ın Avrupa Şampiyonasında oynattığı gibi sahaya çıkan bir Pogba kafese tıkılmış bir aslandan farksız olur. 

Pogba gelmiş geçmiş en iyi orta saha oyuncusu olup, Manchester United’ı zirveye taşımaya çok yakın. Muhtemelen İngiltere’de Steven Gerrard, Frank Lampard ya da Yaya Toure ile kıyaslanacaktır. Modern futbolda orta saha oyuncusunun tanımını yeniden yapan bu futbolcular aynı zamanda uzun aradan sonra takımlarını zafere taşıyan futbolcular da oldular. İşte United’ın da bu transferdeki asıl amacı kendi kahramanını bulmaktı. Pogba üzerinde astronomik rakam baskısını hissedecek tipte bir oyuncu da değil. Juventus ile oynadığı Şampiyonlar Ligi finali ve bu sene Avrupa Şampiyonası finali döneminde verdiği tüm röportajlarda sergilediği soğukkanlı tutum gösteriyor ki, baskıyı absorbe edip yönetebilen bir futbolcu. Dört kez Serie A şampiyonluğu tadan Pogba İngiliz futboluna adapte olmakta sorun yaşamayacak kadar atletik, güçlü ve hızlı dribling yapabilen bir oyuncu. 

Her hikayenin bir başlangıcı vardır. İşte bu da Manchester United orta sahası, Fransa Milli takım oyuncusu ve dünyanın en pahalı oyuncusu Paul Pogba’nın hikayesi. “Çocukken her şeyi merak eder ve öğrenmek isterdi. Onu ilk kez futbol oynarken gördüğümde yeteneği olduğunu fark etmiştim. Dört yaşındaydı ve kendinden büyük çocuklarla oynuyordu.” diyor bir dönem amatör futbol oynamış babası. Çoğu yıldız futbolcunun çocukluğuna bakınca, şehrin uzak semtlerinde büyüdüklerini ve futbolu sokakta öğrendiklerini görüyoruz. Fransa’nın banliyösü Roissy en Brie’de de bir çocuğun futbol oynayabileceği tek bir kulüp vardı, o da hayallerine uzanmak için tek yol olan US Roissy. Pogba da futbola burada 6 yaşında başladı. U17 takımının antrenörü Nicolas Moressee, sürekli Manchester United tişörtü giyen bir adamdı ve bugün hala odasında Pogba’nın ilk formasını saklıyor. Onun yanında ise Pogba’nın şöyle imzaladığı bir Juventus forması var: 
“Hayallerimdeki ilk kulüp Roissy en Brie”

Pogba Manchester United için sağlık kontrolünden geçmeden bir gün önce yine eski kulübünü ziyarete gitmiş ve kulüpteki çocuklar ile idman yapmış. Bu işin manevi bağlılık kısmı. Ama aslına bakarsanız Pogba ilk kulübüne bundan daha fazlasını yaptı. Fransa Futbol Federasyonu’nun uygulamasına göre, 12 yaşına kadar bir futbolcuyu yetiştirmiş olan her kulüp transfer bedelinin %0.25’ini almaya hak kazanıyor. Bu kurala göre Pogba 13 yaşına kadar formasını giydiği ilk kulübüne bugün 400.000 sterlin kazandırmış oluyor. Böylesine küçük bir kulüp için bunun ne demek olduğunu bir düşünün. Okul servisi, yeni formalar, yeni bir çamaşır makinesi ve daha neler neler. Kulübün geleceği bir nevi garanti altına alındı diyebiliriz.

Takımın defans oyuncusu ve aynı zamanda genç takımın antrenörü Nabil, hala Pogba ile beraber tatil yapan en yakın arkadaşı. “Hiç değişmedi, hala aynı. Herkes onun o parayı hak edip etmediğini soruyor. Halbuki Juventus ve Fransa Milli Takımı ile yaptıkları aslında hak ettiğinin ispatı.”


Profesyonel futbola geçişi ise Ligue 2’de Le Havre takımı ile oldu. Alt yapı, genç milli takım derken Avrupa için oldukça dikkat çekici bir oyuncu haline geldi. 2009 yılında Manchester United’ın alt yapısına transfer oldu. 2011 yılında ise İngiltere Lig Kupası’nda Leeds United’a karşı A takımla ilk kez sahaya çıktı. Alex Ferguson’un çocuk yaşta keşfettiği futbolcular meşhurdur. Roy Keane, Ryan Giggs, David Beckham, Paul Scholes, Cristiano Ronaldo, Wayne Rooney... İşte tıpkı abileri gibi Paul Pogba genç yaşında Ferguson’un dikkatini çekmişti. Ancak nedendir bilinmez Ferguson bu genç yeteneğe pek fazla forma şansı tanımadı ve yedek kulübesinde oturttu. Belki bir çeşit Ferguson eğitim taktiğiydi, belki yıldızlarla dolu Manchester United kadrosunda sıra gelmedi, sorunun cevabını tek bilen Ferguson. Ancak şu bir gerçek sonrasında pişmanlığı yaşayan da yine Ferguson. 

Premier Lig meraklıları hatırlayacaktır 2011-12 sezonu yılbaşı haftasında Manchester United Blackburn Rovers ile oynadı ve 3-2 kaybetti. Ferguson o maçta kanat oyuncusu Park Ji-Sung ve sağ bek Rafael da Silva’yı orta sahada oynattı. Zaten Wayne Rooney, Jonny Evans ve Darron Gibson sakattı. 90 dakika boyunca oyuna girmeyi bekleyen Pogba, ikinci yarıda Anderson oyuna alınınca gemileri yaktı. Zaten sezon sonunda sözleşmesinin bitmesini fırsat bilerek Juventus’a imzayı attı. Takımdan ayrıldıktan sonra ise Ferguson hakkında şöyle diyecekti:

“Açıkçası O’nun bize gereken saygıyı gösterdiğini düşünmüyorum. Dürüst olmak gerekirse bu sürecin sonunda gayet mutluyum.”

Juventus’ta her maç ilk 11’e giren ve harikalar yaratan bir oyuncu artık tam anlamıyla yeşil sahalardaydı. İlk sezon sadece beş gol attı ama yeteneği ve maç boyunca gösterdiği yaratıcılıkla İtalyanları kendine hayran bıraktı. Oynadığı her maçtan sonra gazeteleri “Sir Alex’in Paul’u elinden kaçırması tarihindeki en büyük yanlış olabilir” yorumları süsledi. İtalyanlar sevdikleri futbolculara lakap takmaya bayılırlar. Ona leylek bacakları, her yere uzanan driblingleri ve uzun şutları yüzünden “Ahtapot Paul” dediler. 

Bu arada Fransa Genç Milli Takımı’nda oynayan Pogba Türkiye’de düzenlenen U20 Dünya Kupası’nda hem kupayı kazanıyor hem de altın top ödülünü alıyordu. Final maçını statta izleyenlerden biri olarak, o gün “Bu çocuk bir efsane yahu” diyenlerden biri olduğum için ben de kendimi şanslı hissediyorum. Fransa’nın zaten favori gösterildiği turnuvada, penaltılara kalan finalde hepimiz dünyanın en iyi orta saha üçlüsü olabilecek gençleri alkışlıyorduk: Veretout, Kondogbia ve Pogba. 

Ofansif yönü defansif yönüne ağır basan, her topa ayağını uzatan, yaratıcı oyun zekasının Pirlo’nun ki kadar olduğunu söyleyebileceğimiz Pogba, dünyanın belki de en büyük kulüplerinden biri sayılabilecek Manchester United’dan ayrılma özgüvenini gösterdikten sonra, asıl olgunlaşma sürecine Juventus’ta girdi. Pogba bugün İtalya’ya veda etti ama yine kulübüne kazandırarak. Pogba ve Coman’ı bonservissiz transfer eden Juventus iki futbolcudan 130 milyon avro kazandı. Hayal etmeniz için söylüyorum; Juventus yeni statını 120 milyon avroya yapmıştı. Hani İsviçreli bilim adamları bir araya gelse, “Vieira tipi bir orta saha olsa ama yetenek de biraz daha fazla olsa” düşüncesiyle bir futbolcu tasarlasalar ortaya Pogba çıkardı. Fransızlar'ın yeni Vieira'sı Pogba hakkında söylenecek fazla söz yok. Güçlü, dirençli, uzaktan şutlarda her iki ayağını da kullanan, Juventus'ta 27 lig ve 8 Şampiyonlar Ligi karşılaşmasına çıkan oyuncu, menajerine göre Ballon d'Or kazanabilecek yetenekte bir isim. “Eğer Ronaldo ya da Messi’yi alamıyorsanız Pogba’yı alırsınız. O seviyedeki tek oyuncu Pogba.”

2014 yılında Fransa A Milli takımı ile dünya kupası için Brezilya’ya giden Pogba, o turnuvada kariyerinin önemli adımlardan birini attı. Grup maçlarında Nijerya’ya karşı attığı harika gol ve turnuva performansı ile FIFA Dünya Kupası en iyi genç oyuncu ödülünü aldı. Pogba Fransa Milli takımı için oynarken, erkek kardeşleri Gine Milli takımını tercih etti. Aile Fransa’ya Gine’den göç etmişti. Erkek kardeşi Florentin şöyle diyor:
“Kazanmak için gerekli tüm arzu bizde var. Eğer bir yerlere ulaşmak istiyorsak bunu yapabilmek için tek şansımızın bu spor olduğunu hepimiz biliyorduk. Bu yüzden mental, fiziksel ve teknik olarak tüm yeteneğimizi ortaya koyduk.”

Pogba kardeşler daha küçük yaşta dini bağlılığı ve aile sevgisini her şeyin üzerinde tutmayı öğretilerek büyüdüler. Müslüman bir aile oldukları için anneleri Yeo çoğu zaman çocukları yakındaki camiye götürüp dua ediyordu. Pogba hala ramazan gibi kutsal aylarda sosyal medya hesaplarından dini içeriği ve temennisi olan mesajlar paylaşmaya devam ediyor. Yeo, babalarından boşanmış ve çocukları tek başına büyütmüştü. Onları üzecek her şeyin karşısında durmaya çalıştı. Hatta bu gün gelip Alex Ferguson olsa bile. İlk Manchester döneminde Ferguson bir kaç kez Pogba’yı cezalandırmıştı. Odasında çoğu zaman çok sert sözler söylediği küçük Pogba her seferinde ağlayarak eve dönüyordu. Sonunda direksiyona geçen Yeo oldu ve oğlunun Manchester United ile imza atmasına müsaade etmedi. Bu yüzden İtalya serüvenini asıl başlatanın Yeo olduğu söyleniyor. Annesi Manchester United ile dünyanın en pahalı imzasını attığı gün de 4 torba dolusu forma ile görüntülendi. Demek ki eş dost akrabaya “Bakın oğlumun forması” diye hediye dağıtmak sadece bize özgü bir adet değil. 


Anneleri Yeo’nun tüm çocukları üzerinde etkisinin çok büyük olduğu ama Pogba’nın için hepsinden özel olduğu aşikar. Ballon d’or ödül törenine annesiyle katılıp, ona ne kadar minnet duyduğunu da her fırsatta söyleyen Pogba kazandığı ilk parayla annesine bir daire satın almıştı. Bir yanda anne Yeo, diğer yanda teknik direktör Mourinho ile Pogba bu sezon hepimizi çok heyecanlandıracak. Yeni takımıyla çıktığı ilk idmanda sanki o paralara imza atan bir yıldız değil de, eski mahallesine geri dönen bir çocuk gibiydi. Eskiden tanıdığı çalşanlarla şakalaşması, sıcak hareketleri, diğer yandan da hayranlıkla İbrahimovic’e bakışlarıyla aslında bir yanı hali çocuk. Enteresan saç stilleri, renkli gol sevinçleri ve enfes futbolu ile sadece Manchester United değil, Premier Lig bu sezon bir yıldız kazandı. Evine hoş geldin Ahtapot Paul!