5 Ocak 2015 Pazartesi

Kulüplerin rakibi en yakın AVM'lerdir / Mehmet Demirkol

Yıllardır bitmeyen futbol devrimi klişesine basit ama net çözümler ortaya koyan, futbolun sadece oyun kısmına değil ekonomisine de kafa yoran, kağıt kaleme aşık bir gastroseksüel; Mehmet Demirkol...

Türk futbolunda artık klişeleşmiş bir “devrime ihtiyacımız var” söylemi var. Sence bu devrim ne?
Futbola ayrı bir şey yapılamaz bence, komple spor olarak bir devrim yapılabilir. İlk olarak beden eğitimi dersinin adını değiştirip spor dersi yapmak, zorunlu yapmak ve haftada en az 5 saate çıkarmak lazım. Bunu da ilkokul 1. sınıftan itibaren başlatmalı. Düşünsene mesela her gün ilk saat spor. Bunu yap işte o zaman Olimpiyat Şampiyonları çıkar bu ülkeden.

Yani diyorsun ki, tarihten, coğrafyadan daha fazla spor dersi olmalı okullarda.
Aynen öyle. Çünkü bu kadar büyük bir nüfus eğitilemez. Komünist ülkeler dışında böyle bir örnek yok. Kapitalist ülkelerin buna kaynak ayırabilmesi mümkün değil. Brezilya gibi bizde de spor bir sektör olabilir, sporcu ihraç edebiliriz. Brezilyalı olup başka ülkelerde oynayan sporcu sayısı yaklaşık 12 bin. Düşünsene her biri 100 bin avro getirse ülke kalkınır. Dolayısıyla bunu bir sektör olarak görmek lazım. Bu aynı zamanda spor kültürünü de geliştirir. Sporcunun çektiği fiziksel acıyı bilmeyen tribünlerde, kültür falan gelişmez. Biz ancak konsol oyunları ile çocuklarımıza sporu öğretiyoruz. Bu şekilde de ülkenin spor kültürü gelişmiyor işte.

Okullarda spor saatleri yetersiz belki ama hala bazı semtlerde mahalle arasında top peşinde koşma devam ediyor.
Evet ama oyunla sporu birbirinden ayırmak lazım. O, oyun. Sıkıldığın zaman bırakıyorsun. Halbuki bir eğitmenin sana öğretmesi, eğitmesi lazım. 8 yaşındaki çocuk bir maçta ne kadar koşar bunu biliyor muyuz mesela? Bunu bilen eğitmenler olması lazım. Nasıl ki okulda fizik, matematik dersini geçmek için çocukların canı çıkıyor, spor için de aynen öyle olacak, başka türlü olmaz.

Tamam güzel ama bu mantıkla, mahalle futbolunda keşfedilmiş Sergen’i Arda’yı nasıl açıklayabiliriz?
Onlar üretim hatasıJ Onların nasıl çıktığını metodlaştırmak, açıklamak mümkün değil. Metaodlaştırmadan hiç bir şey yapamazsın. Bak şimdi şöyle düşün, burası dindar bir ülke değil mi? Çocuk yaşta nerede öğreniyoruz dini, evde değil mi? Sporu da böyle öğrenecekler işte. 18 yaşına gelmiş hayatında hiç bir spor dalıyla uğraşmamış bir adama sen sporu anlatamazsın. Bak ben itiraf ediyorum 44 yaşındayım, her gün sağlık için koşarım, en son İstanbul Maratonu’na katıldım. 50 yaşında bir adam önümde 4 saat 11 dakikada maratonu tamamladı. Adamın suratındaki keyfi ben Ronaldo’nun suratında görmedim. Adam ondan çok daha büyük bir iş yaptığını hissediyor, çünkü adamda o spor kültürü var. İşte sporun acısını, zorluğunu bilen taraftar saha içindeki futbolcuları da eleştirirken iki kere düşünür.

FUTBOL DİREKTÖRÜ İLE TEKNİK DİREKTÖR AYNI İNSAN OLAMAZ

Uzun vadede çok şeyi değiştireceği kesin ama ya kısa vadede nasıl bir çözüm olmalı? Avrupa Şampiyonası’na gidemezsek eğer kimse spor kültürü ya da okullarda spor dersi projesini dinlemeyecek.
Milli takım kısmına gelince, Türkiye futbol direktörü ile, milli takım teknik direktörü aynı insan olmamalı. Çünkü teknik direktör doğrudan spotların altındaki adamdır, yani başroldür. Futbol direktörü filmin prodüktörü. Bir taraftan yıpranırken diğer taraftan nasıl geleceği kurabilirsin? Bir insan hem er hem general olmaz. Hangi savaşta general en önde elinde kılıçla koşmuş?

Peki kısa dönemde neler yapılmalı?
Minimum 7 sene lazım bu saydığım şeyler için. Çok geç kafamıza dank etti. Biz ne zaman bir sıçrayış yaptık? 80’lerin sonunda. Bütün Avrupa’nın Sovyetler Birliği başta olmak üzere coğrafik ve siyasi olarak yıkılıp yeniden yapılandığı dönem. Herkes geri düştü, biz de bu fırsattan istifade sıçradık. Piontek, Derwall, Mustafa Denizli, Fatih Terim önemli işler yaptılar. Almanya’dan da gelen futbolcular ile birlikte yükseldik. O zaman mesela Uğur Tütüneker gibi futbolcuları getirip burada oynattığın zaman yetiyordu, hemen fark yaratıyordu. Şimdi Mesut’u getirsen ilk 11’e giremez. Çünkü o bizde olmayan başka bir şeye alışmış artık. O dönemin biz ekmeğini çok yedik. Ama üzerine koymaya, geliştirmeye kafa yormadık. Bizde herkes bir jenerasyon yakalamaya takmış. Tamam jenerasyon yakalayacaksın ama hangi seviyede yakalayacaksın? Hangi branşta yakalayacaksın? Fransa’nın da 98 jenerasyonu var ama o günden beri her Dünya Kupası’na gidiyorlar.

Devşirme futbolcu kavramı var bir de.
Devşirme değil bir kere onun adı, dönme futbolcu. Bir sistemin olur ama kaynağın olmaz, o yüzden getirirsin dışardan futbolcuyu, sistemini de böylece büyütürsün, buna devşirme denir. Yani Anadolu’da uygun çocuk bulamadıkları için Sırbistan’a gidiyorlar oradan alıyorlar, onları geliştirip onlardan yeniçeri çıkarıyorlar ve bu çocuklara devşirme diyorlar. Ama şimdi futbolda yapılmaya çalışılan böyle değil ki. Sen 20-25 yaşındaki adamı buraya adapte etmeye çalışıyorsun. Onun adı dönmedir, devşirme değil.

Peki sence de futbolu futbolun içinden çıkan insanlar mı yönetsin?
Doğru. Ama onlar önce kendilerini geliştirecekler. Bugün buna örnek sadece Tugay, Hamit, Nihat sayabilirim. Yabancı dil bilen, yurtdışı görmüş adam olacak bir kere. Ben mesela haftada 8 saat televizyona çıkıyorum. Bir dakika bile çıkmamam lazım. Ama futbolcular kendilerini geliştirmediği için onların işini ben yapıyorum.

TFF’nin hakemlerin haklarını genişleten yeni uygulaması hakkında ne düşünüyorsun? Sorun hakemlerin yetki alanında mı yoksa yetkiler yeterli ama uygulayamıyorlar mı?
Türkiye’de kimsenin elinde bir yetki yok. Hakemlerin bir sıkıntısı varsa bunu hakemler çözer. Profesyonel hakemler, futbolcular, antrenörler dernekleri var. Profesyonel futbolcular derneği Volkan’a bir şey olduğu zaman ses çıkarıyor mu? Çıkaramaz ki dernek zaten ne yapabilir?
Ama yurtdışındaki benzer örneklerde bu tip dernek ya da sendikaları yeri geldiğinde futbolcunun kulübünden alacağını bile tahsil etmesine yardımcı oluyor.
Peki bizdeki futbolcular acaba bu dernek ya da sendikalara aidat ödüyorlar mı? Yani bizde öyle olmuyor işler. Muhtemelen yukarıdan birileri dedi ki, “Kardeşim bu hakemleri koruyun, Aziz Yıldırım bakın neler diyor,” öyle tepeden indi bu uygulama. Bence bir işe yaramaz, çünkü başkanlar için zaten men cezası almak madalya almak gibi. Gururlanıyorlar resmen. Ama kulüpler yasası çıkar ve toplamda iki yıl ceza alanın başkanlığı düşer diye bir yasa çıkar, o zaman başka.

Rijkaard, Del Bosque geliyor. Şimdi bu adamların hiç birinin cv’si Türkiye’deki bir Hoca’nın cv’si ile mukayese edilemez. Ama bu adamları gönderip kurtarıcı olarak hep bir Türk Hoca’ya sarılıyoruz. Bu nasıl bir kimya?
Şimdi çok iyi bir yabancı şoföre al şu arabayı buradan Eminönü’ne götür diyelim. Muhtemelen Kabataş civarında adamın kayışı kopar. Yani buradaki şartlara uyum sağlamaları mümkün değil. Burayı ancak buralı anlar. Sneijder geçenlerde söyledi işte, “Şampiyonlar Ligi maçlarında rakiple karşılaştırınca onlar koşuyor biz yürüyoruz,” dedi. Bizde hala dünyanın her yerinde aynı antrenman uygulanıyor diyen teknik direktörler var. Hadi canım sende. Cristiano Ronaldo’nun karın kaslarına bir baksana, sende bir tane öyle futbolcu var mı?



TÜRKLER AYNADA HANGİ KASINI GÖRÜYORSA ONU ÇALIŞTIRIYOR

Geçtiğimiz sayılarda Jan Wouters de röportaj sırasında benzer bir şey söylemişti. Eskiden futbolcuların sadece bacak kası önemliydi, şimdi sırt, bel, karın, omuz hepsi önemli demişti.
Tam bu dediğine uygun bir Hakan Şükür hikayesi vardır. Bir sakatlığı yüzünden İsviçre’ye gidiyor, o dönemin ünlü antrenörlerinden birinin yanına. Hakan biliyorsun çok iyi bakar kendine.  Oynadığı dönem en fit futbolculardan biriydi. Adamlar Hakan’a “Arka kasların sıfır. Siz Türkler aynada ne görüyorsanız onu çalıştırıyorsunuz, aynada görmediğiniz hiç bir kası çalıştırmıyorsunuz,” diyor. Mevzu budur işte.

Arda da burada oynadığı dönemde kilosu ile eleştiriliyordu, İspanya’ya gitti bambaşka bir vücuda sahip oldu.
Arda’yı suçlayamayız ki bunun için, gerek yoksa bırakırsın göbeği.

Sence ülkede taraftar profili değişti mi?
Kaldı mı ki? Sürekli boykot ediliyor. Zaten istenen de bu. Taraftar çekilsin seyirci gelsin istiyorlar. Bu konuda olumlu tek söyleyebileceğim şey eskiden fanatizm yüzünden kadın ve çocuklar stada gidemezdi, şimdi tribün doldurabiliyorlar.

Futbolda son bir kaç yılda reklam ve sponsor gelirlerinde ciddi bir düşüş var. Bu düşüş bir şirkette olsa, bütün yöneticiler alarma geçer, bir sürü insan işsiz kalır. Ne yapmak lazım?
Mesela Beko kimin formasında var? Barcelona’da var. Sponsor neresi en temizse oraya gidiyor. Eskiden Vefaspor’u tutan arkadaşları vardı babamın. Zamanla onlar kalmadı. Herkes 3 büyüklerin etrafında toparlandı. Şimdi Premier Lig’den ya da La Liga’dan takımlar tutuyor insanlar. Çocuklarına onların formasını alan çok aile var. Rekabet artık global. En parlak olan kazanıyor. Almanya’da yaşadı benzer şeyleri, çözdü. İtalya da yaşıyor, çözmeye çalışıyor ama ekonomileri çok iyi değil. Çok büyütülecek bir konu değil aslında bir yılda çözersin. Yeter ki iyi yönet, ekonomisini iyi regüle et, gerekli temizlikleri yap. İyi denetlenmeyen bir sektörde çok para varsa eğer o para çalınır.

Futbolun ekonomisi için ne diyeceksin?
Devlet elini çeksin, kulüplere hiç para vermesin. Ziraat Bankası, PTT, SporToto bunlar çekilsin futboldan. Reel piyasa olsun, finansı serbest bırak. Yabancı sınırlamasını da kaldır. Ondan sonra iki seçenek var. Ya batacaksın, kapatıp gidecek herkes. Ya da işte o zaman büyütmek, pazarlamak için uğraşacaklar. Bu sezon Fenerbahçe-Beşiktaş maçı %40 dolulukla oynandı. Bu ligin en iyi ikinci maçından bahsediyoruz. Sevgililer Günü gecesi %40 dolu olan bir restoran kapanır. Ama futbolda hiç bir şey olmuyor, çünkü devlet süspanse ediyor. Böyle bir sektör olmaz.

Taraftarın küsme sebebi de bahsettiğin temizlik problemi mi, yoksa PasoLig tarzı uygulamalar mı?
PasoLig tabii ki çok zorlaştırıyor ama sadece o kadar değil. Bizim yöneticiler şunu anlamıyor Fenerbahçe’nin rakibi Galatasaray değil. Fenerbahçe’nin rakibi stada en yakındaki AVM. Çünkü adamın elinde 100 lirası var, haftasonu maça mı gidecek yoksa AVM’de mi harcayacak? Bu mantıkla bakarsan aslında Fenerbahçe ve Galatasaray şirket olarak ortaklar. Ama gel gör ki bizim yöneticiler hala birbirini yiyor. Senin ürünün maç. Asıl satman gereken forma falan değil maç. Mesela Arena Stadı’nda Galatasaray-Fenerbahçe derbisi oynanıyor. Stadda dev iki poster Sneijder Diego’ya karşı. Böyle pazarlayacaksın ürünü. Ama sen daha birbirinin stadına gidemiyorsun, böyle saçmalık olur mu? Fenerbahçeliler daha Arena’yı görmediler.



MEDYA TARAFSIZ DEĞİL

Hiç mi güzel bir şey yok Türk futbolunda?
Bence son zamanlarda ki en güzel şey Brezilya Milli Takımı’nın alkışlanmasıydı. Artık taraftar güzel oyun oynanmasını istiyor. Böyle söylüyoruz diye hiç bizi milli duygular falan deyip kandırmasınlar. Önce sen giydiğin formanın hakkını ver, milli duygu öyle olur. Ben seyirciyim, milli görev sende bende değil. Benim 5 yaşımdaki çocuğum “Ben Volkan’ı Burak’ı seyretmek istiyorum,” demiyor, Neymar’ı seyretmek istiyor. Çünkü Fatih Hoca’nın da dediği gibi Neymar 90. dakikada hala top çalıyor.

TFF’den çalışman için teklif gelse medyayı bırakır mısın?
Şartlara bakarım. Gerçekten işe yarayacak, icraat yapılacak bir pozisyon için mi istiyorlar diye. Eğer öyleyse kabul edebilirim.

Sence medya tarafsız mı?
Değil tabii ki. Bence tarafsız olmak çok önemli değil. Önemli olan doğru olmak. Mesela ben Selçuk İnan hakkında nasıl objektif olabilirim ki? Seviyorum çünkü adamı. Ama mümkün olduğunca doğru olmaya, adil davranmaya çalışıyorum. Fenerbahçeliyim ben ama en çok Fenerbahçeliler nefret ediyor benden.

Yazılarını ya da yorumlarını çok sert eleştirdiklerinde küsüyor musun?
Başlarda oluyordu ama şimdi hiç olmuyor. Sadece ben ipin ucunu kaçırdıysam ona üzülüyorum. O zamanda özür diliyorum. Küfür ediyorlar bakıp geçiyorum yeter ki iftira atmasın, tehdit etmesin.

Senin iş olarak yaptığın şey mahallede insanların oturup muhabbetini yaptığı bir şey. İnsanlar da “Ne güzel ya, bizim yaptığımız muhabbeti adamlar televizyonda yapıyor bir de üzerine para kazanıyor,” diyorlar. Gerçekten “ne güzel iş” mi?
Güzel iş tabii, şikayet edemem. Zannettikleri kadar kolay değil ama güzel iş. Kızım okula gidiyor mesela bütün veliler benim kızım olduğunu biliyor. Sürekli oradan bana eleştiri geliyor.

Sana bu işi “yeter artık” deyip ne bıraktırır?
Ben aslında başlarken 2014’de Brezilya Dünya Kupası’na gideceğim ve bırakacağım diye başladım. Ne Brezilya’ya gidebildim ne de mesleği bırakabildim. Bir de diyordum ki kendime tribünlerde küfür ettirmeyeceğim, o da oldu. Quaresma transferi sırasında onu da yaşadım ve bırakma noktasına geldim. Sonra aklıma Süleyman Seba’ya da bağırdıkları geldi. Şimdi karşılaştığımda Beşiktaşlılar “Abi sen o zaman haklıydın,” diyorlar.

Aslında Gazetecilik okumadın değil mi?
Hayır, Kamu Yönetimi okudum. Okul bitince beş yıl metin yazarlığı yaptım. O sırada Gazete Pazar çıkıyordu. Melih Şabanoğlu da kreatif direktörümdü. Bana futbol yazısı yazdırdı. İlk yazım spor bölümünün kapağı oldu. O dönem yazı yazmak para ediyordu. Gazete kapanana kadar yazdım. Sonra da gazetecilikten başka bir iş yapmadım.

Yazı yazmayı seviyorsun, hiç roman yazmayı düşündün mü?
Yazdım bir tane, aşk romanıydı ama sildim. Yanlış anlama yayınlamadım demiyorum, bildiğin bilgisayardan sildim. Çok utandım çünkü hiç beğenmedim.

Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın ne?
Hepsinde annem var. Çok erken vefat etti annem. Maddi olarak zor günler geçirdiğimiz bir dönemdi ve yakalandığı hastalık bakım gerektiriyordu. Biz bakamadık. O yüzden hala sorumluluk hissederim keşke daha iyi bakabilseydik diye.

Mehmet Demirkol kimdir?
Ela’yla Ali’nin babası ve Sedef’in eşi.

Seni ne ağlatır?
Çocuklar ağlatıyor.

Hayattaki en büyük korkun ne?
Ölmek.

Mutfağa merakın olduğunu biliyorum. Peki aynı zamanda gastroturist misin?
Evet. Mesela geçen yıl Aralık’ta Kopenhag’a gittim. Sırf yemek yemek için. 6 tane Michelin yıldızlı restoranın 4’üne gitme şansım oldu.

Peki gastroseksüel misin?
O ne oluyor tam olarak?

25-30 yaş üstü, iyi eğitimli, yabancı dil bilen, çok seyahat eden ve gittiği yerlerdeki yerel tatları avlayan, yemek yemek kadar pişirmeyi de seven erkekler.
Öyleyim demek ki, geçmiş olsunJ

Yazdığın bir yazının beğenilmesi mi yoksa pişirdiğin bir yemeğin beğenilmesi mi daha çok hoşuna gider?
İkisi de ama kesinlikle yazı daha çok keyifli.

Emekli olunca Mehmet Demirkol nerede olacak?

Kışları San Sebastian, yazları Datça’da. İnşallah yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder