Yıllardır bitmeyen futbol devrimi klişesine basit
ama net çözümler ortaya koyan, futbolun sadece oyun kısmına değil ekonomisine
de kafa yoran, kağıt kaleme aşık bir gastroseksüel; Mehmet Demirkol...
Türk futbolunda artık klişeleşmiş bir “devrime
ihtiyacımız var” söylemi var. Sence bu devrim ne?
Futbola ayrı bir
şey yapılamaz bence, komple spor olarak bir devrim yapılabilir. İlk olarak
beden eğitimi dersinin adını değiştirip spor dersi yapmak, zorunlu yapmak ve
haftada en az 5 saate çıkarmak lazım. Bunu da ilkokul 1. sınıftan itibaren
başlatmalı. Düşünsene mesela her gün ilk saat spor. Bunu yap işte o zaman
Olimpiyat Şampiyonları çıkar bu ülkeden.
Yani diyorsun ki, tarihten, coğrafyadan daha fazla
spor dersi olmalı okullarda.
Aynen öyle. Çünkü
bu kadar büyük bir nüfus eğitilemez. Komünist ülkeler dışında böyle bir örnek
yok. Kapitalist ülkelerin buna kaynak ayırabilmesi mümkün değil. Brezilya gibi
bizde de spor bir sektör olabilir, sporcu ihraç edebiliriz. Brezilyalı olup
başka ülkelerde oynayan sporcu sayısı yaklaşık 12 bin. Düşünsene her biri 100
bin avro getirse ülke kalkınır. Dolayısıyla bunu bir sektör olarak görmek
lazım. Bu aynı zamanda spor kültürünü de geliştirir. Sporcunun çektiği fiziksel
acıyı bilmeyen tribünlerde, kültür falan gelişmez. Biz ancak konsol oyunları
ile çocuklarımıza sporu öğretiyoruz. Bu şekilde de ülkenin spor kültürü
gelişmiyor işte.
Okullarda spor saatleri yetersiz belki ama hala
bazı semtlerde mahalle arasında top peşinde koşma devam ediyor.
Evet ama oyunla
sporu birbirinden ayırmak lazım. O, oyun. Sıkıldığın zaman bırakıyorsun.
Halbuki bir eğitmenin sana öğretmesi, eğitmesi lazım. 8 yaşındaki çocuk bir
maçta ne kadar koşar bunu biliyor muyuz mesela? Bunu bilen eğitmenler olması
lazım. Nasıl ki okulda fizik, matematik dersini geçmek için çocukların canı
çıkıyor, spor için de aynen öyle olacak, başka türlü olmaz.
Tamam güzel ama bu mantıkla, mahalle futbolunda
keşfedilmiş Sergen’i Arda’yı nasıl açıklayabiliriz?
Onlar üretim
hatasıJ Onların
nasıl çıktığını metodlaştırmak, açıklamak mümkün değil. Metaodlaştırmadan hiç
bir şey yapamazsın. Bak şimdi şöyle düşün, burası dindar bir ülke değil mi?
Çocuk yaşta nerede öğreniyoruz dini, evde değil mi? Sporu da böyle öğrenecekler
işte. 18 yaşına gelmiş hayatında hiç bir spor dalıyla uğraşmamış bir adama sen
sporu anlatamazsın. Bak ben itiraf ediyorum 44 yaşındayım, her gün sağlık için
koşarım, en son İstanbul Maratonu’na katıldım. 50 yaşında bir adam önümde 4
saat 11 dakikada maratonu tamamladı. Adamın suratındaki keyfi ben Ronaldo’nun
suratında görmedim. Adam ondan çok daha büyük bir iş yaptığını hissediyor,
çünkü adamda o spor kültürü var. İşte sporun acısını, zorluğunu bilen taraftar
saha içindeki futbolcuları da eleştirirken iki kere düşünür.
FUTBOL DİREKTÖRÜ İLE TEKNİK DİREKTÖR AYNI İNSAN
OLAMAZ
Uzun vadede çok şeyi değiştireceği kesin ama ya
kısa vadede nasıl bir çözüm olmalı? Avrupa Şampiyonası’na gidemezsek eğer kimse
spor kültürü ya da okullarda spor dersi projesini dinlemeyecek.
Milli takım
kısmına gelince, Türkiye futbol direktörü ile, milli takım teknik direktörü
aynı insan olmamalı. Çünkü teknik direktör doğrudan spotların altındaki
adamdır, yani başroldür. Futbol direktörü filmin prodüktörü. Bir taraftan
yıpranırken diğer taraftan nasıl geleceği kurabilirsin? Bir insan hem er hem
general olmaz. Hangi savaşta general en önde elinde kılıçla koşmuş?
Peki kısa dönemde neler yapılmalı?
Minimum 7 sene
lazım bu saydığım şeyler için. Çok geç kafamıza dank etti. Biz ne zaman bir
sıçrayış yaptık? 80’lerin sonunda. Bütün Avrupa’nın Sovyetler Birliği başta
olmak üzere coğrafik ve siyasi olarak yıkılıp yeniden yapılandığı dönem. Herkes
geri düştü, biz de bu fırsattan istifade sıçradık. Piontek, Derwall, Mustafa
Denizli, Fatih Terim önemli işler yaptılar. Almanya’dan da gelen futbolcular
ile birlikte yükseldik. O zaman mesela Uğur Tütüneker gibi futbolcuları getirip
burada oynattığın zaman yetiyordu, hemen fark yaratıyordu. Şimdi Mesut’u
getirsen ilk 11’e giremez. Çünkü o bizde olmayan başka bir şeye alışmış artık.
O dönemin biz ekmeğini çok yedik. Ama üzerine koymaya, geliştirmeye kafa
yormadık. Bizde herkes bir jenerasyon yakalamaya takmış. Tamam jenerasyon
yakalayacaksın ama hangi seviyede yakalayacaksın? Hangi branşta yakalayacaksın?
Fransa’nın da 98 jenerasyonu var ama o günden beri her Dünya Kupası’na
gidiyorlar.
Devşirme futbolcu kavramı var bir de.
Devşirme değil
bir kere onun adı, dönme futbolcu. Bir sistemin olur ama kaynağın olmaz, o
yüzden getirirsin dışardan futbolcuyu, sistemini de böylece büyütürsün, buna
devşirme denir. Yani Anadolu’da uygun çocuk bulamadıkları için Sırbistan’a gidiyorlar
oradan alıyorlar, onları geliştirip onlardan yeniçeri çıkarıyorlar ve bu
çocuklara devşirme diyorlar. Ama şimdi futbolda yapılmaya çalışılan böyle değil
ki. Sen 20-25 yaşındaki adamı buraya adapte etmeye çalışıyorsun. Onun adı
dönmedir, devşirme değil.
Peki sence de futbolu futbolun içinden çıkan
insanlar mı yönetsin?
Doğru. Ama onlar
önce kendilerini geliştirecekler. Bugün buna örnek sadece Tugay, Hamit, Nihat
sayabilirim. Yabancı dil bilen, yurtdışı görmüş adam olacak bir kere. Ben
mesela haftada 8 saat televizyona çıkıyorum. Bir dakika bile çıkmamam lazım.
Ama futbolcular kendilerini geliştirmediği için onların işini ben yapıyorum.
TFF’nin hakemlerin haklarını genişleten yeni
uygulaması hakkında ne düşünüyorsun? Sorun hakemlerin yetki alanında mı yoksa
yetkiler yeterli ama uygulayamıyorlar mı?
Türkiye’de
kimsenin elinde bir yetki yok. Hakemlerin bir sıkıntısı varsa bunu hakemler
çözer. Profesyonel hakemler, futbolcular, antrenörler dernekleri var.
Profesyonel futbolcular derneği Volkan’a bir şey olduğu zaman ses çıkarıyor mu?
Çıkaramaz ki dernek zaten ne yapabilir?
Ama yurtdışındaki benzer örneklerde bu tip dernek
ya da sendikaları yeri geldiğinde futbolcunun kulübünden alacağını bile tahsil
etmesine yardımcı oluyor.
Peki bizdeki
futbolcular acaba bu dernek ya da sendikalara aidat ödüyorlar mı? Yani bizde
öyle olmuyor işler. Muhtemelen yukarıdan birileri dedi ki, “Kardeşim bu
hakemleri koruyun, Aziz Yıldırım bakın neler diyor,” öyle tepeden indi bu
uygulama. Bence bir işe yaramaz, çünkü başkanlar için zaten men cezası almak
madalya almak gibi. Gururlanıyorlar resmen. Ama kulüpler yasası çıkar ve
toplamda iki yıl ceza alanın başkanlığı düşer diye bir yasa çıkar, o zaman
başka.
Rijkaard, Del Bosque geliyor. Şimdi bu adamların
hiç birinin cv’si Türkiye’deki bir Hoca’nın cv’si ile mukayese edilemez. Ama bu
adamları gönderip kurtarıcı olarak hep bir Türk Hoca’ya sarılıyoruz. Bu nasıl
bir kimya?
Şimdi çok iyi bir
yabancı şoföre al şu arabayı buradan Eminönü’ne götür diyelim. Muhtemelen
Kabataş civarında adamın kayışı kopar. Yani buradaki şartlara uyum sağlamaları
mümkün değil. Burayı ancak buralı anlar. Sneijder geçenlerde söyledi işte, “Şampiyonlar
Ligi maçlarında rakiple karşılaştırınca onlar koşuyor biz yürüyoruz,” dedi.
Bizde hala dünyanın her yerinde aynı antrenman uygulanıyor diyen teknik
direktörler var. Hadi canım sende. Cristiano Ronaldo’nun karın kaslarına bir
baksana, sende bir tane öyle futbolcu var mı?
TÜRKLER AYNADA HANGİ KASINI GÖRÜYORSA ONU
ÇALIŞTIRIYOR
Geçtiğimiz sayılarda Jan Wouters de röportaj
sırasında benzer bir şey söylemişti. Eskiden futbolcuların sadece bacak kası
önemliydi, şimdi sırt, bel, karın, omuz hepsi önemli demişti.
Tam bu dediğine
uygun bir Hakan Şükür hikayesi vardır. Bir sakatlığı yüzünden İsviçre’ye
gidiyor, o dönemin ünlü antrenörlerinden birinin yanına. Hakan biliyorsun çok
iyi bakar kendine. Oynadığı dönem en fit
futbolculardan biriydi. Adamlar Hakan’a “Arka kasların sıfır. Siz Türkler aynada
ne görüyorsanız onu çalıştırıyorsunuz, aynada görmediğiniz hiç bir kası
çalıştırmıyorsunuz,” diyor. Mevzu budur işte.
Arda da burada oynadığı dönemde kilosu ile
eleştiriliyordu, İspanya’ya gitti bambaşka bir vücuda sahip oldu.
Arda’yı
suçlayamayız ki bunun için, gerek yoksa bırakırsın göbeği.
Sence ülkede taraftar profili değişti mi?
Kaldı mı ki?
Sürekli boykot ediliyor. Zaten istenen de bu. Taraftar çekilsin seyirci gelsin
istiyorlar. Bu konuda olumlu tek söyleyebileceğim şey eskiden fanatizm yüzünden
kadın ve çocuklar stada gidemezdi, şimdi tribün doldurabiliyorlar.
Futbolda son bir kaç yılda reklam ve sponsor
gelirlerinde ciddi bir düşüş var. Bu düşüş bir şirkette olsa, bütün yöneticiler
alarma geçer, bir sürü insan işsiz kalır. Ne yapmak lazım?
Mesela Beko kimin
formasında var? Barcelona’da var. Sponsor neresi en temizse oraya gidiyor.
Eskiden Vefaspor’u tutan arkadaşları vardı babamın. Zamanla onlar kalmadı.
Herkes 3 büyüklerin etrafında toparlandı. Şimdi Premier Lig’den ya da La
Liga’dan takımlar tutuyor insanlar. Çocuklarına onların formasını alan çok aile
var. Rekabet artık global. En parlak olan kazanıyor. Almanya’da yaşadı benzer
şeyleri, çözdü. İtalya da yaşıyor, çözmeye çalışıyor ama ekonomileri çok iyi
değil. Çok büyütülecek bir konu değil aslında bir yılda çözersin. Yeter ki iyi
yönet, ekonomisini iyi regüle et, gerekli temizlikleri yap. İyi denetlenmeyen
bir sektörde çok para varsa eğer o para çalınır.
Futbolun ekonomisi için ne diyeceksin?
Devlet elini
çeksin, kulüplere hiç para vermesin. Ziraat Bankası, PTT, SporToto bunlar
çekilsin futboldan. Reel piyasa olsun, finansı serbest bırak. Yabancı
sınırlamasını da kaldır. Ondan sonra iki seçenek var. Ya batacaksın, kapatıp
gidecek herkes. Ya da işte o zaman büyütmek, pazarlamak için uğraşacaklar. Bu
sezon Fenerbahçe-Beşiktaş maçı %40 dolulukla oynandı. Bu ligin en iyi ikinci
maçından bahsediyoruz. Sevgililer Günü gecesi %40 dolu olan bir restoran
kapanır. Ama futbolda hiç bir şey olmuyor, çünkü devlet süspanse ediyor. Böyle
bir sektör olmaz.
Taraftarın küsme sebebi de bahsettiğin temizlik
problemi mi, yoksa PasoLig tarzı uygulamalar mı?
PasoLig tabii ki
çok zorlaştırıyor ama sadece o kadar değil. Bizim yöneticiler şunu anlamıyor
Fenerbahçe’nin rakibi Galatasaray değil. Fenerbahçe’nin rakibi stada en
yakındaki AVM. Çünkü adamın elinde 100 lirası var, haftasonu maça mı gidecek
yoksa AVM’de mi harcayacak? Bu mantıkla bakarsan aslında Fenerbahçe ve
Galatasaray şirket olarak ortaklar. Ama gel gör ki bizim yöneticiler hala
birbirini yiyor. Senin ürünün maç. Asıl satman gereken forma falan değil maç.
Mesela Arena Stadı’nda Galatasaray-Fenerbahçe derbisi oynanıyor. Stadda dev iki
poster Sneijder Diego’ya karşı. Böyle pazarlayacaksın ürünü. Ama sen daha
birbirinin stadına gidemiyorsun, böyle saçmalık olur mu? Fenerbahçeliler daha
Arena’yı görmediler.
MEDYA TARAFSIZ DEĞİL
Hiç mi güzel bir şey yok Türk futbolunda?
Bence son
zamanlarda ki en güzel şey Brezilya Milli Takımı’nın alkışlanmasıydı. Artık
taraftar güzel oyun oynanmasını istiyor. Böyle söylüyoruz diye hiç bizi milli
duygular falan deyip kandırmasınlar. Önce sen giydiğin formanın hakkını ver,
milli duygu öyle olur. Ben seyirciyim, milli görev sende bende değil. Benim 5
yaşımdaki çocuğum “Ben Volkan’ı Burak’ı seyretmek istiyorum,” demiyor, Neymar’ı
seyretmek istiyor. Çünkü Fatih Hoca’nın da dediği gibi Neymar 90. dakikada hala
top çalıyor.
TFF’den çalışman için teklif gelse medyayı bırakır
mısın?
Şartlara bakarım.
Gerçekten işe yarayacak, icraat yapılacak bir pozisyon için mi istiyorlar diye.
Eğer öyleyse kabul edebilirim.
Sence medya tarafsız mı?
Değil tabii ki.
Bence tarafsız olmak çok önemli değil. Önemli olan doğru olmak. Mesela ben
Selçuk İnan hakkında nasıl objektif olabilirim ki? Seviyorum çünkü adamı. Ama
mümkün olduğunca doğru olmaya, adil davranmaya çalışıyorum. Fenerbahçeliyim ben
ama en çok Fenerbahçeliler nefret ediyor benden.
Yazılarını ya da yorumlarını çok sert
eleştirdiklerinde küsüyor musun?
Başlarda oluyordu
ama şimdi hiç olmuyor. Sadece ben ipin ucunu kaçırdıysam ona üzülüyorum. O
zamanda özür diliyorum. Küfür ediyorlar bakıp geçiyorum yeter ki iftira
atmasın, tehdit etmesin.
Senin iş olarak yaptığın şey mahallede insanların
oturup muhabbetini yaptığı bir şey. İnsanlar da “Ne güzel ya, bizim yaptığımız
muhabbeti adamlar televizyonda yapıyor bir de üzerine para kazanıyor,”
diyorlar. Gerçekten “ne güzel iş” mi?
Güzel iş tabii,
şikayet edemem. Zannettikleri kadar kolay değil ama güzel iş. Kızım okula
gidiyor mesela bütün veliler benim kızım olduğunu biliyor. Sürekli oradan bana
eleştiri geliyor.
Sana bu işi “yeter artık” deyip ne bıraktırır?
Ben aslında
başlarken 2014’de Brezilya Dünya Kupası’na gideceğim ve bırakacağım diye
başladım. Ne Brezilya’ya gidebildim ne de mesleği bırakabildim. Bir de diyordum
ki kendime tribünlerde küfür ettirmeyeceğim, o da oldu. Quaresma transferi
sırasında onu da yaşadım ve bırakma noktasına geldim. Sonra aklıma Süleyman
Seba’ya da bağırdıkları geldi. Şimdi karşılaştığımda Beşiktaşlılar “Abi sen o
zaman haklıydın,” diyorlar.
Aslında Gazetecilik okumadın değil mi?
Hayır, Kamu
Yönetimi okudum. Okul bitince beş yıl metin yazarlığı yaptım. O sırada Gazete
Pazar çıkıyordu. Melih Şabanoğlu da kreatif direktörümdü. Bana futbol yazısı
yazdırdı. İlk yazım spor bölümünün kapağı oldu. O dönem yazı yazmak para
ediyordu. Gazete kapanana kadar yazdım. Sonra da gazetecilikten başka bir iş
yapmadım.
Yazı yazmayı seviyorsun, hiç roman yazmayı
düşündün mü?
Yazdım bir tane,
aşk romanıydı ama sildim. Yanlış anlama yayınlamadım demiyorum, bildiğin
bilgisayardan sildim. Çok utandım çünkü hiç beğenmedim.
Çocukluğuna dair hatırladığın en güzel anın ne?
Hepsinde annem
var. Çok erken vefat etti annem. Maddi olarak zor günler geçirdiğimiz bir
dönemdi ve yakalandığı hastalık bakım gerektiriyordu. Biz bakamadık. O yüzden
hala sorumluluk hissederim keşke daha iyi bakabilseydik diye.
Mehmet Demirkol kimdir?
Ela’yla Ali’nin
babası ve Sedef’in eşi.
Seni ne ağlatır?
Çocuklar
ağlatıyor.
Hayattaki en büyük korkun ne?
Ölmek.
Mutfağa merakın olduğunu biliyorum. Peki aynı
zamanda gastroturist misin?
Evet. Mesela
geçen yıl Aralık’ta Kopenhag’a gittim. Sırf yemek yemek için. 6 tane Michelin
yıldızlı restoranın 4’üne gitme şansım oldu.
Peki gastroseksüel misin?
O ne oluyor tam
olarak?
25-30 yaş üstü, iyi eğitimli, yabancı dil bilen,
çok seyahat eden ve gittiği yerlerdeki yerel tatları avlayan, yemek yemek kadar
pişirmeyi de seven erkekler.
Öyleyim demek ki,
geçmiş olsunJ
Yazdığın bir yazının beğenilmesi mi yoksa
pişirdiğin bir yemeğin beğenilmesi mi daha çok hoşuna gider?
İkisi de ama
kesinlikle yazı daha çok keyifli.
Emekli olunca Mehmet Demirkol nerede olacak?
Kışları San
Sebastian, yazları Datça’da. İnşallah yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder