21 Ekim 2013 Pazartesi

Kaç pas iyi futbol yapar?

Dünyanın rüya takımı kim diye sorulsa, muhtemelen büyük çoğunluk Barcelona diyecektir. Ve Katalan ekibin en başarılı noktası için de isabetli pas oranlarını verecektir. Futbolun en zor yanlarından biri yüksek ve isabetli pas yüzdesi ile oynamak. Maç başı ortalama 700 isabetli pas yapan bir takımdan bahsediyoruz. Geçen sezon oynanan Real Madrid maçında bu rakam 684’dü. Yani 331 pas yapan Real Madrid’in iki katından fazla. Sadece bu kadar da değil, Avrupa Şampiyonaları tarihinin bir maçta en fazla pas yapan takımı unvanı da 898 pasla İspanyollarda. Daha da etkileyicisi sadece 83 pas hatası ile maçı tamamlamış olmaları.
Daha yazının girişinde niye bu bilgiler diye düşünenler olabilir. Dün oynanan Kayseri Erciyesspor – Fenerbahçe karşılaşması sonunda LigTv’de verilen istatistiklere takıldım kaldım. Ev sahibi takım 250 pas yapmış, 186’sı isabetli. Fenerbahçe ise 665 pas yapmış, 593’ü isabetli. Sarı lacivertli ekibin yaptığı pas sayısı ligin ortalamasının çok üstünde, Barcelona’ya oldukça yakın düzeyde. Ancak bu pasların oyuna ve skora yansıması, Katalan ekibini izlerken aldığımız keyfe benzemiyor. Kimyada bir şey eksik.
Sorunun adresi aslında ortada. Ortada derken bildiğiniz ortada, yani orta sahada. Fenerbahçe takım olmuş görüntüsünü sürdürmeye devam ediyor. İsimlerden bağımsız, tek bir sarı lacivert tablosu çizen takımda, orta saha problemi hariç tıkır tıkır işleyen bir yapı var. Emre’nin eski performansını yakalayınca takımdaki yeri ve etkisi elbette tartışılmaz. Dikine oyun kurabilmesi, yaratıcılığı takım için önemli özellikler ancak öncelikle eski fiziğine kavuşması gerekiyor. Ama Selçuk ve Cristian’lı bir orta sahanın takımı bir hayli yavaşlattığı da gerçek. Hücuma bir türlü destek olamayan ikili, bu zafiyetini kapatmak için yan top yapmaya başlayınca ortaya akıl almaz bir pas sayısı çıkıyor. Ancak ne yazık ki, üretken olamayan paslar bunlar.
Fenerbahçe Trabzonspor karşısında yaşadığı olgun atak ve yaratıcı pozisyon eksikliğini Kayseri Erciyesspor karşısında da sürdürdü. Azofeifa’nın harika frikiğinden gelen gole kadar daha verimli oynayan sarı lacivertliler, yedikleri golden sonra top tutamadı. Ersun Hoca’nın takıma en büyük etkisi hızlı futbol oynatmaya başlamış olması. Ancak Fenerbahçe’de hızlı ve tempolu futbol, dakikalar ilerleyince telaşa dönüşüyor. Topun filelerle buluşması için de bireysel çabalar bile yeterli olmuyor.
Takımın bir diğer önemli sorunu ise, Caner. Fiziksel olarak en iyi sezonunu geçirdiği şu sıralarda saha içi hareketlerine dikkat etmemesi, gayretini ve performansını da olumsuz etkiler. Her ne kadar bazı hakemler belki büyük takımların maçlarında kart gösterirken tedirginlik yaşasa da, onların affettiğini Ersun Hoca gibi teknik direktörler affetmiyor. Hoca’nın 42. dakikada Caner’i oyundan alması, hiç şüphesiz yeşil sahaların en şık ve cesur hareketlerinden biriydi.

Sonuç olarak, Ersun Hoca takımı hızlı oynayan, pas yapan bir yapıya dönüştürdü. Şimdi en büyük ihtiyaç, en az hızlı oynadığı kadar hızlı düşünebilme yeteneğini kazandırmakta. Çünkü Barcelona da olsanız, mesele ne kadar sayıda pas yapabildiğiniz değil. Mesele pas sırasında ne kadar yeni alan yaratabildiğiniz, rakibi ne kadar açabildiğiniz. Diğer bir deyişle yaratıcılık. İşte o yaratıcılık futbolu şiir yapıyor. Messi’yi izlerken aldığınız keyif o yüzden Cemal Süreya okumaya benziyor: “keşke yalnız bunun için sevseydim seni”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder