21 Ocak 2013 Pazartesi

Kazan - Kazan


Günlerdir hadi artık lig başlasın diye bekliyor olmama rağmen, çok önceden verilmiş başka bir sözüm olduğundan Cuma günü ligin ikinci yarısının ilk maçlarını izleyemedim. Eve dönerken yolda taksi şoförüne “Kasımpaşa – Galatasaray maçı nasıldı” diye sordum. Sneijder’den başladı, “eleman” benzetmesinden, Fatih Hoca’nın açıklamalarına, Bülent Tulun’a, derin Galatasaray’a, hatta ismini hiç duymadığım kulüp yöneticilerine kadar her şeyi anlattı. Artık tam inmeme yakın, “peki maç nasıldı” diye yine sordum. Cevap yine pek farklı değildi. “Abla, Galatasaray lider ya, bunlar ortalığı karıştırıp, bizi şampiyon yapmamak istiyorlar.”

Nüfusun %90’ının bir takım tuttuğu, en önemli spor gündeminin futbol olduğu bir ülkede, oyunun değil de yeşil sahanın dışındaki magazinin peşine ne zaman düştük bilmiyorum. Bu konulara girildiğinde genelde sorumlu olarak spor medyası gösterilir. Ancak toplumu bu kadar etkisi altına alan bir spor dalını yönetiyorsanız, değil iki, beş kere düşünerek konuşmak lazım. Galatasaray Başkanı Ünal Aysal’ın “eleman” yakıştırması ile "bir mevkiyi sıradanlaştırmasını"  her kime söylerse söylesin çok şık bulmadım. Hele ki konu, Fatih Terim gibi Galatasaray tarihi için önemli bir isim olunca daha da sakil durdu.

Galatasaray’da idari anlamda işlerin karışık olduğu uzun zamandır belli. Göreve geldiğinde “beni ekran önünde pek göremeyeceksin, herkes kendi işini yapacak” diyen bir Başkan, zaman içinde değişti, ekranı sevdi, konuşmayı sevdi. Diğer yandan “kraldan çok kralcı yöneticiler” kulübün zaten eskiden beri en büyük sıkıntısıydı. Galatasaray seçilmişlerden çok atanmışların konuştuğu bir kulüp olmaktan bir türlü kurtulamadı. O yüzden bu son olaylar da bazılarının aksine beni hiç şaşırtmadı. Ne Başkan’ın çıkışı, ne etrafındakilerin yönlendirmesi, ne de Fatih Hoca’nın maç sonu açıklaması. Galatasaray zaten hep kaos ortamında yönetilen ve futbol oynamaya çalışan bir kulüp olmadı mı...

Halbuki Galatasaray ile ilgili konuşulacak daha farklı konular var. Sezonun ikinci yarısına özgüvenini kaybetmiş bir şekilde başlayan Emre, geçen yılı aratan bir Selçuk-Melo, dağınık oynayan ve takviye ihtiyacı çok net olan bir savunma... Takımın asıl ihtiyacı bir sol bek, stoper ve orta saha iken, çilek diye tutturup, Sneijder’i getirip transfer defterini kapatmak ne kadar akılcı? Yanlış anlamayın Sneijder’i Tottenham’a kaptırmamak bir vizyon işidir, Türkiye adına önemli bir transferdir. Ancak yönetimin asıl önceliği takviyeye ihtiyacı olan bölgeye yönelik transferi yapmaktır.

Biliyorum bunları söylemek hiçbir işe yaramayacak, ancak kendimi tutamayarak tekrar söylemek istiyorum. Kulüp başkanlarının başarısı yıldız transferlerle ölçülmüyor. Eğer öyle olsaydı, Beşiktaş kulübünün efsane başkanının Demirören olması gerekirdi. Kulübün de, Başkan’ın da başarısı kupayla değerlendirilir. Kupayı getirecek olan da teknik direktör ve futbolcudur. Başarısını defalarca ispatlamış bir Fatih Terim’i mutsuz edersen, futbolcu da mutsuz olur, sonuç: Sen de mutsuz olursun.

Başkan, aynı zamanda uluslararası arenada oldukça başarılı ve saygın bir işadamıdır. İngilizce deyimleri ve benzetmeleri de çok sever. Hani Amerikalıların pek sevdiği bir söz vardır ya; “Win-Win” (Kazan-Kazan). İşte, mesele bu başkan. Fatih Hoca wins, sen win. Okey?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder