458
derbi geride kalmış. Ve bilmem kaç tane milli maç, lig maçı, kupa maçı.
Bunların içinde Metin Oktay’ın ağları delen golünden tutun da, milli takımın
Macaristan’ı yendiği, Fenerbahçe’nin Manchester United’ı yendiği maça kadar
sayısız müsabaka insanın aklına geliyor.
Emektar
Dolmabahçe Stadı. İsmi bile dönemin siyasetine, kapitalizmine o kadar sessizce
boyun eğmiş ki; önce İnönü sonra Mithatpaşa, sonra yine İnönü, son olarak ne idüğü
belirsiz bir FiYapı eklendi adının önüne. Değişmeyen bir Dolmabahçe kaldı. O
yüzden ben pek severim Dolmabahçe Stadı demeyi.
Bu
stadda en fazla oynanan derbi 116 maç ile Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi olmuş. Bir veda için ne
tesadüf değil mi? Dün bayrağını alan her Beşiktaşlı Dolmabahçedeydi. Tarih
kitaplarına yakışan bir veda ile uğurladı emektarı. Maç ile ilgili ise söyleyecek
çok söz var.
Açıkçası
maçın ilk yarım saatinde Fenerbahçe’nin farklı galibiyet alabileceğini
düşünenlerdendim. Organize ataklar, dikine oyun. Buna karşın Beşiktaş’ın orta
sahada on saniyeden fazla topla oynayamayan, pas yapamayan görüntüsü. Nitekim Fenerbahçe’nin
“resmi” golüne kadar tablo bu şekildeydi. Sonra mı? Sonra Fenerbahçe bir
gol attı, öne geçti ve biz bu sezon görmeye alışık olduğumuz “skoru koruma endişesi taşıyan” sarı
lacivert ile yine karşılaştık.
Bir
kaç haftadır övgüleri hakeden bir oyun sergileyen Cristian dün etkisizdi. Ona
Meireles de eklenince, doğal olarak Emre de etkili olamadı. Orta sahadan
yeterince destek alamayan Fenerbahçe’de hücum hattının da temposu düştü. Buna rağmen
ilk golü sağdan, ikinciyi göbekten atan Sow, adeta iki forvet gibi oynadı ancak
yeterli olamadı. Aykut Hoca Yobo’yu oynatabilirdi, Ziegler’in olduğu tarafı
Beşiktaş çok iyi kullandı, Cristian’dan bu maç vazgeçmeliydi; gibi kadro
tercihi ile ilgili bir çok eleştiri yapılabilir. Fenerbahçe kulübü şapkayı
önüne koyup, bu sezon yapılan tüm hataları masaya artık yatırmalıdır. Yoksa kaçan treni yakalayamayacak gibi
gözüküyor.
Beşiktaşta
ise Fernandes diye bir adam var ki, dün ekstra bir oyun oynadı. Teknik
kapasitesi, kaprissiz oyunu anlayışı, duran toplarda rakibe yarattığı sıkıntı,
hepsi bir yana dün sahada ki 22 futbolcunun en iyisiydi. Topu ayağında tutan,
faul kazandıran Portekizli, Beşiktaş’ın oyuna hakim olmasını sağladı. Bir de
Veli Kavlak, İbrahim Toraman ve Hilbert gibi görünmeyen kahramanlar vardı ki,
onları da alkışlamak lazım. Fenerbahçe’de Caner oyuna girene kadar, Hilbert
Beşiktaş’ı içeri çok taşıdı. Bu sezon Beşiktaş düşe kalka puanları topladı ve
sonunda ikincilik koltuğuna oturdu. Bunun
arkasındaki en önemli faktör de feda falan değil tek bir kelimelik oyun
anlayışı: Yılma! Son olarak da tarih sayfalarına, Dolmabahçe’deki son
derbinin son golü olarak kayıtlara geçen Olcay’ın golü ile sayfayı kapattı.
Aradan
seneler geçtikten sonra bu maç ile ilgili kimse hakemin hatalı kararlarını
hatırlamayacak, ya da yanlış kadro seçimlerini, hangi futbolcunun kötü
oynadığını da. Çocuklarımız bu önemli güne dair bir tek o son gol karesini ve
tribünlerdeki siyah-beyaz coşkuyu hatırlayacak. Ben biraz hüzünlüyüm
Dolmabahçe’ye veda ile ilgili. Ali Sami Yen’e veda etmiş olanlar anlayacaktır
ne demek istediğimi. Şehir plancılığı
falan benim pek umurumda değil. Zira o “plancılık” adı altında elimizden geniş
balkonlu evlerimizi almadılar mı? Şimdi de AVM görünümlü stadlar ile “modernleşiyoruz”.
Halbuki Dolmabahçe’ye giden taraftarın arayışı lüks localar falan değil, kalesinde
gol görüp efkarlandığında başını çevirip denizi görmek, iç çekmek. Anlamayanlar
olabilir, olsun. Ne de olsa bizim için
eski açıktan ötesi deniz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder