Ligin
bitmesine sayılı haftalar kala, Orduspor maçı şampiyonluğu kovalayan Fenerbahçe
adına çok önemli bir sınavdı. Hector
Cuper yaman bir rakip. Küme düşme hattında olsa dahi kimse inkar edemez,
her futbolcunun mutlaka topa değdiği bir takım oluşturdu. Zaten maçın ilk 20
dakikası da bunu çok net ortaya koydu. Duran toplar ve yüksek toplar ile
Orduspor rakip defansı bir hayli
zorladı. Üç net gol pozisyonundan biri kaleyi bulmuş olsa, maça önde başlayan
taraf Cuper ve öğrencileri olacaktı.
İlk
20 dakikanın sonunda ise iki takımın arasındaki güç farkı devreye girdi. Fiziksel
olarak düşen Orduspor karşısında Fenerbahçe oyun kontrolünü ele aldı. Takım
gücünü 90 dakikaya yayarak oynaması Fenerbahçe’nin en önemli avantajlarından
biri. Dün yine takımın yarısından fazlası 10bin metrenin üzerinde koşarak bunu
kanıtladı. Tabii bu sayede kalabalık geri dönen, rakibe çok pozisyon
bırakmayan, iyi bir takım savunması yapan takım olma özelliğini kazandı
Fenerbahçe. Takım baskıyı yese bile,
paniklemeden, bol pas yapıp oyun kontrolünü kazanan bir futbol oynuyor.
Yoksa kolay değil, 8 günde 3 maç oynayıp 3 galibiyet almak.
Açıkçası
ben Sow’un yokluğunda Webo’nun performansını çok merak ediyorudum. Nitekim maç
boyunca çok iyi mücadele etti ancak yine de ileride top tutma sıkıntısı yaşadı.
Caner, özellikle ilk golde aradan çıkışı ile alkışı haketti. Ama Caner bu belli olmaz. Bugün kendini
alkışlatır, yarın pişman eder. En az güçlü fiziği kadar istikrarlı bir
futbol sergilemediği sürece hep soru işareti barındıran futbolcu olarak
kalacak.
Haftalardır
nazar değer korkusuyla yazmaya çekindiğim Salih’i ise, Fenerbahçe’den ayrı bir
paragrafta konu etmek gerektiğine inanıyorum. Çok kaliteli 2 gol attı. Hele o
aşırtma golü, Avrupa devi futbolcular ile mukayeseyi hakeden bir gol. Ancak en
az o gol kadar önemli olan ise, Salih gibi gencecik bir futbolcunun öyle bir
vuruşa teşebbüs etme cesaretini göstermesi. Bu kendine güveni gösterir. Ne
futbolcular rakip kale ile karşı karşıya kaldığı net gol posizyonu olabilecek
durumlarda, kaleye vurmaktan korkarken, Salih’in
hem de koşu tarafının tersine yaptığı bu vuruşa cesaret etmek “birşey”
demektir. Caner’in pasından sonra aldığı top ile yaptıkları beyin-ayak
koordinasyonunun doğaçlama uyumuna işaret. Bu da demektir ki bu genç futbolcu “bakışıyla topun yönünü değiştiren futbolcular kulübüne” girecek
özellikte.
Konu
sadece saha içindeki performansı da değil. Salih bu yıl üniversite sınavına
girdi. Bir yandan okumak da istiyor. Ülkemizdeki üniversite mezunu futbolcu
sayısını düşünüp, bu konudaki takdiri size bırakıyorum. Ancak şunu söylemeliyim
ki; ben genç bir futbolcu olsam, Salih’in maç sonu söylediklerini bir kağıda
yazar tekrar tekrar okurdum: “Yaşın
önemli olduğunu düşünmüyorum. Sahada yaş oynamıyor. Gençlerin neler
yapabileceğini göstermeye çalışıyorum.”
Niyetim
bu yıl U20 Milli Takımı’nda da ülkemizi temsil edecek bu genç arkadaşımızı
övmek değil, örnek göstermek. Yoksa futbol medyası çok yatkındır, iki maç iyi
oynayan genç futbolcuları prens yapmaya. Biraz
parlayan her genç ya Metin Oktay olur ya Can Bartu. O futbolcu için de asıl
şanssız dönem ondan sonra başlar işte. İddialı açıklamalar, reklam filmleri,
fiziksel düşüş ve illa ki bir sakatlık. Bu pırıl pırıl gençleri, biraz da
haklarında methiyeler düzen ağabeyleri bu hale getirmiyor mu? İşte tam da bu yüzden
ben Salih’e güveniyorum ama etrafa
güvenmiyorum.
Yazılarınızı devamlı takip ediyorum . tespitleriniz ve kaleme alışınız çok güzel
YanıtlaSiltebrik ederim