13 Mayıs 2013 Pazartesi

Ezeli rekabet, ebedi düşmanlık


Biri 10 puanlık fark ile lig bitmeden şampiyonluğunu ilan etmiş, kepenkleri kapatmış; diğeri lig şampiyonluğu ve UEFA Avrupa liginde havlu atınca, bütün konsantrasyonunu ezeli rakibini yenmek üzerine kurmuş. Dün oynanan derbiyi bir cümlede ancak böyle anlatabiliriz.

Bütün bir sezon yüksek pas oranı ve hücum anlayışıyla oynamış Galatasaray, dün organize atak geliştiremeyen, hiç bir topu olgunlaştıramayan bir haldeydi. Göbekte etkisiz bir Melo ve Selçuk, her topu kaybeden Riera ve Hamit, tutuk bir Burak... Anlayacağınız anlamsız bir rahatlıkta oynayan Galatasaray karşısında Fenerbahçe haklı bir galibiyet aldı.

Fenerbahçe özellikle ilk yarı kanatları çok etkili kullanıp pres yaptı. Genellikle kontrollü oynamaya alışık bir takım olmasına rağmen, Galatasaray 3 tane çakılı forvet ile maça başlayıp orta saha üstünlüğünü rakibine kaptırınca, Fenerbahçe doğal olarak baskılı bir oyun ortaya koydu. İkili mücadeleleri kazanan taraf oldu. Webo ve Sow her zaman ki gibi oldukça hareketliydi. Buna karşın Webo’yu tutan Gökhan ise bir o kadar sabit, hareketsizdi.

Hakem Cüneyt Çakır konsantrasyonu oldukça düşük bir maç yönetti. Bunun sonucu olarak da iki taraf aleyhine de ciddi yanlış kararlar verdi. Özellikle Galatasaraylıların golden önce yapılan faule itirazları oldu. Haklılardı da. Ancak, asıl önemli olan zaten pozisyonu oraya taşımamak. Diğer bir deyişle, sen önce kendi oyunu oynayıp pozisyon bulacaksın. Şampiyon dahi olmuş olsan, bu kadar önemli bir derbiye bu şekilde başlayıp, taraftarını üzemezsin.

Reyhanlı’da yaşanan elim olay nedeniyle Fenerbahçe taraftarı yapmayı planladığı bazı koreografileri iptal etti, mütevazi bir şekilde takımlarını destekleyeceklerini söyledi. Sonra? Sonra, sahaya ses bombası atıldı. Rakip takımın oyuncusuna muzdan tutun, viski şişesi atmaya varana kadar devam etti. “Bozuk para”ların bile güya sokulmadığı tribünde sayısız meşale yakıldı, yetmedi rakibin forması yakıldı. Sen bu sezon defalarca ceza almışsın, hem lig hem Avrupa maçlarında stada girememişsin, hala nasıl bu zihniyeti taşıyabiliyorsun diye sorarlar insana.

Ancak cevabı çok uzakta aramamak lazım. Alkışlamak meselesi üzerine kurulu, ortamı germe çalışmaları netice verdi. Bırakın alkışlamayı futbolcular sonunda saha içinde birbirinin boğazına yapıştı. Volkan, Emre ve Sabri için söylenecek tek şey: Yazık! Bir takım gruba sempatik gözükmek adına sergiledikleri “kabadayı” futbolcu tarzı ile kendileri utandı mı bilmiyorum ama hepimizi utandırdılar. Daha da çirkini büyük bir rahatlıkla maç sonu röportajlarında utanıp sıkılmak yerine, birbirlerini suçladılar. Bu futbolcular takımlarının kaptanlığını yapıyor, hatta milli takım forması giyiyor. Bu mudur örnek davranış? Ben futbol seven biri olarak bu davranışları sergileyen böyle oyuncuları artık en azından milli takım forması ile görmek istemiyorum.

Yöneticilerin, teknik direktörlerin nefret pompaladığı, futbolcuların birbirine saygısının olmadığı bir ortamda, gelinen son nokta pırıl pırıl bir gencimizi kaybetmek oldu. Bir yandan memlekette yaşanan terör olaylarını protesto edeceksin, diğer yandan futbol terörüne meydan vereceksin. O üç futbolcu da, yöneticiler de, teknik adamlar da, futbolun içine bu sert havayı sokan herkes, iki dakika kendini kaybettiğimiz o gencin anası babası yerine koysun. Benim düşündükçe kalbim sıkışıyor. Futbolda bol pozisyonlu, heyecan dolu maçlardan sonra söylenen klişe bir laf vardır: “Nefesleri kesen bir maçtı,” diye. Bu insanlar bu oyundan temizlenmediği sürece, korkarım ki nefesler gerçekten kesilecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder