Biri 10 puanlık fark ile lig bitmeden
şampiyonluğunu ilan etmiş, kepenkleri kapatmış; diğeri lig şampiyonluğu ve UEFA
Avrupa liginde havlu atınca, bütün konsantrasyonunu ezeli rakibini yenmek
üzerine kurmuş. Dün oynanan derbiyi bir cümlede ancak böyle anlatabiliriz.
Bütün bir sezon yüksek pas oranı ve hücum
anlayışıyla oynamış Galatasaray, dün organize atak geliştiremeyen, hiç bir topu
olgunlaştıramayan bir haldeydi. Göbekte etkisiz bir Melo ve Selçuk, her topu
kaybeden Riera ve Hamit, tutuk bir Burak... Anlayacağınız anlamsız bir rahatlıkta
oynayan Galatasaray karşısında Fenerbahçe haklı bir galibiyet aldı.
Fenerbahçe özellikle ilk yarı kanatları
çok etkili kullanıp pres yaptı. Genellikle kontrollü oynamaya alışık bir takım
olmasına rağmen, Galatasaray 3 tane çakılı forvet ile maça başlayıp orta saha
üstünlüğünü rakibine kaptırınca, Fenerbahçe doğal olarak baskılı bir oyun ortaya koydu. İkili mücadeleleri kazanan taraf oldu. Webo ve Sow her zaman ki gibi
oldukça hareketliydi. Buna karşın Webo’yu tutan Gökhan ise bir o kadar sabit, hareketsizdi.
Hakem Cüneyt Çakır konsantrasyonu oldukça
düşük bir maç yönetti. Bunun sonucu olarak da iki taraf aleyhine de ciddi
yanlış kararlar verdi. Özellikle Galatasaraylıların golden önce yapılan faule
itirazları oldu. Haklılardı da. Ancak, asıl önemli olan zaten pozisyonu oraya
taşımamak. Diğer bir deyişle, sen önce kendi oyunu oynayıp pozisyon bulacaksın.
Şampiyon dahi olmuş olsan, bu kadar önemli bir derbiye bu şekilde başlayıp,
taraftarını üzemezsin.
Reyhanlı’da yaşanan elim olay nedeniyle
Fenerbahçe taraftarı yapmayı planladığı bazı koreografileri iptal etti,
mütevazi bir şekilde takımlarını destekleyeceklerini söyledi. Sonra? Sonra,
sahaya ses bombası atıldı. Rakip takımın oyuncusuna muzdan tutun, viski şişesi
atmaya varana kadar devam etti. “Bozuk para”ların bile güya sokulmadığı
tribünde sayısız meşale yakıldı, yetmedi rakibin forması yakıldı. Sen bu sezon
defalarca ceza almışsın, hem lig hem Avrupa maçlarında stada girememişsin, hala
nasıl bu zihniyeti taşıyabiliyorsun diye sorarlar insana.
Ancak cevabı çok uzakta aramamak lazım.
Alkışlamak meselesi üzerine kurulu, ortamı germe çalışmaları netice verdi.
Bırakın alkışlamayı futbolcular sonunda saha içinde birbirinin boğazına
yapıştı. Volkan, Emre ve Sabri için söylenecek tek şey: Yazık! Bir takım gruba
sempatik gözükmek adına sergiledikleri “kabadayı” futbolcu tarzı ile kendileri
utandı mı bilmiyorum ama hepimizi utandırdılar. Daha da çirkini büyük bir
rahatlıkla maç sonu röportajlarında utanıp sıkılmak yerine, birbirlerini
suçladılar. Bu futbolcular takımlarının kaptanlığını yapıyor, hatta milli takım forması giyiyor. Bu mudur örnek davranış? Ben futbol seven biri
olarak bu davranışları sergileyen böyle oyuncuları artık en azından milli takım forması ile
görmek istemiyorum.
Yöneticilerin, teknik direktörlerin nefret
pompaladığı, futbolcuların birbirine saygısının olmadığı bir ortamda, gelinen
son nokta pırıl pırıl bir gencimizi kaybetmek oldu. Bir yandan memlekette
yaşanan terör olaylarını protesto edeceksin, diğer yandan futbol terörüne meydan
vereceksin. O üç futbolcu da, yöneticiler de, teknik adamlar da, futbolun içine
bu sert havayı sokan herkes, iki dakika kendini kaybettiğimiz o gencin anası
babası yerine koysun. Benim düşündükçe kalbim sıkışıyor. Futbolda bol
pozisyonlu, heyecan dolu maçlardan sonra söylenen klişe bir laf vardır:
“Nefesleri kesen bir maçtı,” diye. Bu insanlar bu oyundan temizlenmediği
sürece, korkarım ki nefesler gerçekten kesilecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder