3 Eylül 2012 Pazartesi

"Hepimiz Futbol Dilencileriyiz"


Gol atmak çok önemli. İyi futbolcuysan, sezon sonu gideceğin “büyük” takımı belirlemek ya da kaç para kazanacağını, hangi arabaya bineceğini gösterebilmek için gol önemli. Hele bir de takımın mağlup durumdayken attığın gol var ya, işte o seni maçın Don Kişot’u yapar. Tribünler ismini bağırır. O yüzden ne yapıp ne edip, atacaksın o golü. Baktın dakikalar geçiyor ve hala atamadıysan, o zaman bir fırsat yaratıp kendini atacaksın yere. Eğer maçın hakemi de “iyi!!” bir hakemse, nasıl olsa verir o penaltıyı ve hoooop sen yine kahraman.

Yaşın ilerleyip futbolu bırakınca istikamet teknik direktörlük. Malum, sevenin çok. Tribünler kucak açmış bekliyor olacak seni. Hem artık sesin de daha gür çıkabilecek, sahadaki 11 adamdan daha iyi biliyorsun sen artık futbolu. Artık gol atmak önemli değil, artık otorite önemli. Şimdi Ego’n devrede. Maçı kazanmak değil, “ideal” kadroyu yakalamak önceliğin. Anlaşamadığın oyuncu kenarda bekler, çünkü “lig uzun bir maraton” ve sen bugünü değil, geleceği düşünüyorsun. Gol bekleyen taraftar gidişattan memnun değil mi? Boşver, kim takar taraftarı… Haftaya maç başlamadan istedikleri futbolcunun elinden tutup tribüne gidersin, “biz hepimiz elele, daha mutlu günlere”…

Futbol bu, büyük bir camia. Sadece futbolcu ve teknik direktörle bitmiyor tabii. Para asıl yönetimde. Kim çilek, kim ayva başkanlar karar verir. Sadece o kadar mı? Taraftar nasıl bağıracak, hangi maça girebilecek, nereye oturacak hepsine onlar karar verir. Neden diye sormayalım, cevabı çok basit: Para! Senin cebinde kaç para var, başkanının cebinde kaç para var. Cevap ortada; tabii ki sen deplasmana gidemeyeceksin, o gidecek. Futbolu sadece oyun sananlara inat, bir grup adam oyun para ile oynanır diye burada. Ama kimse yanlış anlamasın, hepsi renklere gönül vermiş ve hepsinin dilinde aynı nakarat:
“Futbolcular, teknik direktörler, başkanlar gelir geçer. Kimse hiçbir kulüpten büyük değildir.”

Bizim sularımızda işler böyle yürürken, geçtiğimiz günlerde büyük patron UEFA, Avrupa’da Yılın Futbolcusu’nu seçti. Yılda yaklaşık 10 milyon euro kazanan bir futbolcu, İniesta. Ancak ne arabasının modeli, ne de saraylardaki düğünü ile henüz magazin basınında yer bulamamış bir oyuncu. Biraz “ot” gibi yaşıyor bu arkadaş. Mesela EURO 2012’ye giderken bir bavul da kitap götürüyor yanında. Neruda’dan Puşkin’e kadar herşey var bavulda. Gazeteciler kitaplarla dolu bavulu sorunca  “Benimkiler ne ki bizim Puyol gelseydi bir kütüphane taşırdı buraya” diyor. Kazandığı parayı doğduğu yere yatırım yaparak değerlendiriyor. Dönüm dönüm üzüm bağları almış, büyük de bir şarap fabrikası var. Futbola başladığı kulübün (Albacete Kulübü) hissedarı aynı zamanda. “Bizdeki futbolcular” gibi, İniesta da ilk kulübüne karşı çok vefalı. Sahibi olduğu şarap firması ile her yıl eski kulübüne sponsor oluyor. Kaç gol mü atıyor? Çok değil. Ancak en büyük rakibi olan takımın teknik direktörü Mourinho, kendisi için şöyle diyor:
“Iniesta bende olsa sahaya 10 kişi çıksam bile olur”

“İlginç” bir de rastlantı var: Bu adam İspanyol. Biliyorsunuz  İspanya Don Kişot’un memleketi. Yani?
Selam olsun bizim memlekette futbol oynayan tüm “çakma” Don Kişot’lara.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder