10 Eylül 2012 Pazartesi

Duran Top mu, Yakan Top mu?


Her yeni hocada yeni umutlar, yeni bir taktiksel anlayışa bürünüyor milli takımımız. Ancak gelin görün ki, yıllardır en büyük başarımız, 2002 yılındaki Dünya Kupası üçüncülüğü ve Euro 2008’deki üçüncülük olmaktan bir adım ötesi değil.
Avrupa’ya futbolcu ithal ediyoruz, gurbetçi futbolcularımız artık büyük kulüplerde oynuyor, ama yine de konu ay yıldızlı forma olunca basiretimiz bağlanıyor, “talihsiz” goller yiyoruz. Niyetim daha yolun başında Abdullah Hoca’yı beğenmemek değil, zira kendisini çok severim. Seneler once radyoda konuk etmiştik ve o günden beri düşüncem aynıdır: Abdullah Hoca futbola yakışan bir adamdır. Hollanda mağlubiyetinin ardından herkes ziyadesiyle Selçuk İnan konusunu tartıştı. Benim de çok farklı bir düşüncem yok. Hocanın İBB döneminden beri çabuk çıkıp rakibi eksik yakalamayı hedefleyen bir oyun anlayışı var. Bunun için de hızlı koşan, dribblingleri olan, dikine oynayabilen oyuncuları tercih etmesi, hatta Tunay ve Sercan’ı bu sebeple oynatması çok normal. Ancak tüm eleştirileri haklı çıkartan konu sprinterleri en iyi besleyebilecek, kısa-uzun pasları başarılı, ligin en formda oyuncusu Selçuk İnan olmadan bu sistemin başarılı olamayacağı.
Ancak asıl sorun bundan daha da önemli. Bir sonraki maçta hoca Selçuk’u oynatır, herkesin beğendiği bir kadro hazırlar ve biz yine duran toplardan “talihsiz” bir gol yeriz. Çünkü bizim yıllardır hedefimiz futbolda bir Türk ekolü oluşturmak değil. Sokaktaki herkes bugün İngiliz futbolu deyince; uzun toplardan kanat ataklarından, Alman futbolundaki fiziki üstünlükten, disiplinden, Hollanda futbolunun meşhur total futbol anlayışından bahsedebiliyorken; konu Türkler nasıl futbol oynar konusuna gelince her kafadan başka bir ses çıkıyor. Çünkü yıllardır sahaya çıkarken hedefimiz Kazakistan’ı yenersek, Azerbaycan’ı elersek, play offları geçersek’ten öteye gidemiyor. Teknik direktörümüz Abdullah Avcı bile göreve geldiğinde hedefimizin 2014 Dünya Kupası’na gitmek olduğunu söylüyor. Böyle bir hedef olur mu? Tabii ki gideceksin. İngiltere, Almanya, İspanya’nın hedefi Dünya Kupası’na gitmek midir yoksa kupa mücadelesindeki ilk 3 içerisinde olmak mıdır?

Ancak daha hazırlık maçları oynarken başlıyor bizde bahaneler:
“Hazırlık maçlarına konsantre olamıyoruz.”
Hele bir de birkaç gol pozisyonuna girip maçı kaybettiysek:
“İyi oynadık ama olmayınca olmuyor”.
Ama benim favorim:
“Duran toplardan talihsiz bir gol yedik”.

Yıllardır bu ülkenin kaderi oldu “duran toplar”. Işte bu yüzden insan sormadan edemiyor, “peki teknik direktörler ne işe yarar” diye. Sadece takım kadrosu yapmak mıdır hocalık?
Ya da Van Persie’nin golü için “talihsizlik” kısmına takılmadan geçemiyorum. Adam daha geçen hafta Premier Lig’de aynı golü atıyor. Bir teknik direktör rakip oyuncuların önceki maçlarını takip edip, takıma izletmez mi? Bahsettiğimiz adam kıyıda köşede kalmış, keşfedilmeyi bekleyen biri de değil üstelik; Van Persie’den bahsediyoruz.
Sorun Selçuk’un oynamasından çok daha büyük. Çünkü biz yıllardır çok gol pozisyonuna girip atamıyoruz, çünkü onlar yıllardır duran toplardan “talihsiz” goller atıyor. Ve bunun ilacı ne Selçuk, ne de Gökhan’da. Hedefi küçük, sistemi olmayan bir ekolün bahanelerinde gizli herşey.

Bir de aklıma gelmişken Atatürk’ün çok güzel bir sözü var:
“Kader, talih, tesadüf, rastlantı arapçadır ve Türklerle hiçbir ilgisi yoktur”
İyisi mi şu yediğimiz gollere artık “talihsiz” demeyelim be hocam…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder