5 Kasım 2012 Pazartesi

Fenafillah

Roman mı yoksa şiir mi diye bir tercih yapacak olsam, her zaman şiiri seçerim. Roman; uzun, kimi zaman sıkıcı ya da bazen sonu başından bellidir. Ama şiir öyle mi? Estetik vardır bir kere şiirde. Okurken gıpta uyandırır o satırları yazan ve yazdırana. Büyük usta Melih Cevdet Anday, şiiri anlatmak için çok güzel bir kelime seçmiştir: Fenafillah! Usta, yazanın "ben" olmaktan çıktığı, yaşını yok ettiği bir mertebe olarak tanımlar bu kelimeyi.

Dün gece Dolmabahçe'de işte tam da böyle, şiir gibi, -fenafillah- bir futbol oynadı Beşiktaş. Giydikleri formayı terletmek, hakkını vermek için sahaya çıkan 11 siyah/beyaz adam, sahaya renk verdi. Haftalardır kendilerine bırakılan kötü mirasla uğraşan bu adamlar ve teknik direktör; düşsek de ayağa kalkarız mesajı verdi. 10. haftaya gelene kadar takımı Fernandes sırtlayıp, bütün takım ona bağımlıyken, bu sefer Fernandes takıma uydu. Çünkü uzun bir aradan sonra sahada ilk defa bir "takım" vardı.

Ben takım olmayı sadece sportif başarıya, iyi hücum, iyi savunmaya ya da isabetli paslara bağlamam. Takım olmak tesiste başlar, soyunma odasına girer, sahada ise sadece meyvesini verir. Dakika 80 olduğunda, 3-0 önde ve bir kişi eksikken, hücuma çıkmaktır takım olmak. Ya da bu skora rağmen kaçırdığı gollerin üzüntüsüyle soyunma odasına girmektir. Adına ister "biz akdeniz insanıyız" deyin, ister Türk futbolu deyin; bu ülkede ancak takımdaşlık bağını kuvvetli kuran takımlar başarılı oluyor.

Tüm Beşiktaş takımı ve Samet Hoca büyük bir övgüyü hak ederken, ismi ayrıca konuşulması gereken biri vardı, Oğuzhan Özyakup. Arkadaşlarının deyimiyle "Ozzie", henüz 20 yaşında, AZ Alkmaar ve Arsenal alt yapısında yetişmiş, Hollanda U17 ve U19 milli takımında 7 gol atmış. Futbolda bazen çok koşmak değil doğru koşmak gerekir. Oğuzhan bunu çok iyi anlamış. Antrenmanlarda Fernandes ile özel pas çalıştıkları çok belli. Topu kısa paslarla Fernandes'e her verdiğinde, geri alacağını bilerek koşması, birbirlerine kafiyeli iki şiir satırı gibiydi.

Dün, bu genç adamı keşke stadda izleseydi diye içimden geçirdiğim bir adam vardı, İbrahim Altınsay. Ozzie'yi Arsenal'den bulup getiren, ingiliz futbol ekolüne hakim, güzel Beşiktaşlı Altınsay, ne yazık ki, "prensip" anlaşmazlıkları yüzünden kısa sürede yönetimden ayrılmıştı. Çalıştığı o kısacık dönemde konuşmuktuk da, "Beşiktaş'ın Fabregaslar yetiştirebilecek bir kulüp" olmasını sağlamak istediğini söylemişti. Ancak bu "vizyonu" ne yazık ki, Beşiktaş'ın bazı yöneticilerinin prensipleri ile örtüşmedi. O gitti, diğer "daha prensip sahibi!" yöneticiler kaldı. Sadece o kadar mı? Amacından sapan Feda projesi sonucu Beşiktaş'ın ruhu kapalı da gitti, ancak "ağırlama bileti, sponsor bileti" kaldı.

Hayatta kalıp devam edenler değil bazen gidenler iz bırakır. Kimini İbrahim Altınsay gibi yüzünde bir tebessümle "eyvallah" diye, kimini Yıldırım Demirören gibi "aman allah" diye hatırlarsın. Elbet bu yönetimin de veda edeceği bir gün gelecek, acaba onlar o gün nasıl bir iz bırakacaklar geride?

1 yorum:

  1. beşiktaş tan bir cacık olmaz
    http://zoomlabakalim.blogspot.com/

    YanıtlaSil