11 Kasım 2013 Pazartesi

İnanan kazandı

Son Şampiyonlar Ligi maçını kaybetmiş, gruptan çıkma ihtimalini riske sokmuşsun, ligde liderin 6 puan gerisindesin, ezeli rakibini kendi sahasında 14 yıldır yenememişsin… Bir takımın bu şartlar altında çıktığı maça motive olmak için daha güçlü neye ihtiyacı olabilir ki? Galatasaray bir puan için Kadıköy’e gelmiş Anadolu takımı görüntüsündeydi dün gece. “Biz gol yemeyelim, beraberlik belki gökten kucağımıza düşer” oyun sistemi ile sahaya çıkmışlardı. Kimse eksiklerden yakınmasın. O eksiklikleri kapamak, hissettirmemek için ekstra motive olabilirdi takım. Olmadı.

Çok net olan bir şey var ki, Mancini hala ne Galatasaray’a ne de Türkiye ligine adapte olamamış. Yanında takımı çok iyi tanıyan Tugay var, ama herhalde Hoca onu da pek dinlemiyor. Bu dizilişi anlamanın başka türlü imkanı yok. Sol açık diye aldığın Bruma’yı sağ açıkta oynatıyorsun. Sol bekte belki de takımı savunmadan en iyi çıkarabilen oyuncu Riera’yı kadroya almıyorsun. Ancak Melo cezalı ya da sakat olursa onun alternatifi olabilecek Ceyhun’u tutup orta sahanın ortasında oynatıyorsun. Bir şey değil, bu hamleyle Melo’yu da bozuyorsun. Burak’ı kimsenin hatta kendisinin bile anlamadığı bir şekilde çizgide oynatıyorsun. Hem de bu adam daha evvel Beşiktaş ve Fenerbahçe’de de aynı pozisyonda oynatılmış ve verim alınamamışken. Şimdi yine aynı maceraya atılmanın anlamı ne? Siz yapamadınız, oynatamadınız, ama benim İtalyan tekniğim onu o mevkide oynatır egosu mu? Sahi ego demişken, Fatih Hoca ile oynarken gol makinesi gibi olan, hatta kafa gollerine de göz kırpan Burak’ı izlemeyi özleyen bir ben miyim?

Bu saha parselizasyonu ile Mancini kötü bir maç çıkardı. Bu diziliş, bu orta saha organizasyonu, bu oyun anlayışı ile takım Fenerbahçe’nin karşısına 20 kere çıksa, 19’unu kaybeder, birinde de belki berabere kalır.

Elinizde Türkiye standartlarının üzerinde yıldız futbolcularınız var. Ama siz tutup bunları kendi mevkileri dışındaki yerlerde fantezi arar gibi oynatırsanız, ne Burak’tan, ne Melo’dan ne de Bruma’dan hayır gelir. Buna bir de Egemen ve Alves arasına sıkışan Drogba eklenince sahada Galatasaray etkisizdi demek kadar normal bir şey olamaz. Galatasaray’ın gol atmaya o kadar niyeti yoktu ki, Melo adeta geri pas verir gibi penaltı atınca takımın tek şansını da harcamış oldu. Bir de defansın belki de tek “gerçek” defans gibi oynayan oyuncusu Semih’i çıkarmak da yine akıl almaz bir hamleydi. Bu arada Semih’in bir pozisyonda düşerken elini çekmesi, Fransa liginin tecrübeli futbolcusu Chedjou’ya adeta  “bak abi böyle düşeceksin” dersiydi.

Buraya kadar yazdıklarımın hepsi bir kaç hamle ile çözülebilecek sorunlar. 9 puan da kapanmayacak bir fark değil. Ancak daha önemlisi özgüveni ve oynama isteği kaybolan takım. O hırslı, her şeyden önce inanarak sahaya çıkan futbolcular gitmiş, yerine başka bir takım gelmiş. Kötü oynamak problem değil, olabilir zaman zaman. Ama kötü mücadele edemezsin. İnanmamazlık edemezsin. Mağlup olabilirsin. Ama yenilince gülerek soyunma odasına gidemezsin. Yenilgiye isyan etmemezlik edemezsin. Bir derbiyi daha inanan takım kazandı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder