26 Haziran 2015 Cuma

Para var huzur var

Men's Health / Haziran

Silah icat oldu mertlik bozuldu, para futbolun içine girdi oyun bozuldu. Gazozuna yapılan maçlar, toprak sahalar, sokak aralarında atılan çalımlar hepsi eskidendi. Çok eskiden.


Son 20 yılın en büyük klişe laflarından biri endüstriyel futbol. Romantiklere göre, sponsorların, sermayenin, artan bonservis bedellerinin bir sonucu olarak artık dünyayı peşinden sürükleyen bu oyunun tadı kalmadı. Futbola artık bir şov gözüyle bakanlara göre ise, ekonomik gerçeklerin ön plana çıktığı günümüzde, futbolun da buna uyum sağlayıp “yeni kurallarının” olması ve bir iş modeli haline gelmesi gayet normal. Artık amaç oynamaktan çok, futbol şovunu yaratmak, böylece hem alternatif spor dalları hem de eğlence sektörü ile rekabet edebilmek.



Manchester United

Manchester United, futbolun beşiği İngiltere’nin en eski spor kulüplerinden biri. 1991 yılında Londra Borsası’nda halka açılan kulüp, aynı zamanda İngiltere’nin ilk halka açılan futbol kulübü. Kulübün o yıl sattığı 1,2 milyon lotun toplam değeri 28 milyon dolardı. O günlerde kimse, 2003 yılında Malcolm Glazer isimli bir zenginin, kulübü 790 milyon pound’a alacağını tahmin dahi edemezdi. Bugün ise kulübün değerinin yaklaşık 2,5 milyar dolar olduğu öngörülüyor. Kulüp değerine büyük etki eden marka gücünü ise hiç şüphesiz sportif başarı ve David Beckham, Cristiano Ronaldo gibi yıldız futbolcular sağladı, sağlıyor. Özellikle Beckham’a ait üretilen çerezden tutun nevresime kadar her türlü hediyelik eşya, Asya’dan Avrupa’ya kadar pazarlanmış ve kulübe hem gelir hem de popülerlik sağlamıştır.

Sportif başarı ise, kulüp için daha büyük gelir kaynağı sağlar. Çok basit bir denklem, sezon boyunca ligde ne kadar çok puan toplarsanız, yayın gelirinden o oranda fazla bir dilim alırsınız. Eğer bir de Şampiyonlar Ligi gibi turnuvalarda başarı sağlarsanız, o da dilimin üzerindeki krema olur. Sponsorlar kapınızı çalmaya başlar ve neleri pazarlayabildiğinize inanamazsınız. Bu sezon oynanan Manchester United-Arsenal karşılaşmasından tam da buraya uygun bir örnek size:
Old Trafford Stadı’na giden yol sonradan ismi değiştirilerek Matt Busby yolu olmuştur. Bu yolun sonu stada ve kutsal üçlünün heykeline çıkar; George Best, Denis Law, Bobby Charlton. Geçtiğimiz günlerde bir saat markası yüksek bir bedel karşılığı bu heykeli sahiplenmeyi planladığını açıkladı. Bu sezon Arsenal karşılaşmasında, stadyum spikeri tribünlerden Manchester United ailesinin değerli üyesi Suudi Telekom şirketini alkışlamalarını istedi. Bu arada devre arasında ise Amerikan telekomünikasyon şirketinden bir yetkili mikrofonla saha içinde bazı anonslar yapıyordu. Aynı gün maçın program kitapçığında bir fotoğraf kapağı süslüyordu. Yıl 1946, futbolcu bir taraftarla el sıkışıyor. Tamamı siyah beyaz olan resimde sadece kramponlar renklendirilmişti. Yeşil, turuncu florasan renklerle. Sanırım markasını anlamışsınızdır. Aslında o resim bir spor ayakkabı markasının reklamı gibi duruyorken, daha dikkatli gözler için belki de şunu ifade ediyordu:
Artık futbolcu ve taraftarın el sıkışacak kadar birbirine yakın olduğu günler çok eskide kaldı. Araya dev markalar girdi.

Kulüpler ekonomik olarak büyüyüp güçlenirken, taraftarlarla olan bağ zayıflıyor. Eskiden odalarının duvarlarına hayran olduğu futbolcunun posterini asan gençler, şimdi onun yerine kulübün, futbolcunun resimlerinin olduğu nevresimlerde uyuyor. Peki taraftar bu durumdan şikayetçi mi? Bu soruyu önce “hangi tip taraftar?” diye sınırlamak lazım. Çünkü değişen futbol ekonomisi ile birlikte taraftar profili de aynı kalmadı.

2000 yılında Şampiyonlar Ligi grup maçlarında, Manchester United - Dinamo Kiev karşılaşmasından sonra Roy Keane Old Trafford tribünlerine ayar vermişti:

“Sahada olup bitenlerden haberleri yok, futboldan bile anlamıyorlar, pas verirken ya da bizden bir futbolcu sakatlanmış yerde kıvranırken, tribünde bazılarının karidesli sandviçlerini yemelerine uyuz oluyorum. Bunlar taraftar değil. Benim için taraftar deplasmanlarda gördüğüm taraftarlar, onlara "hardcore fan" diyorum ben. İşin asıl kötü tarafı bütün bunlar kimsenin umurunda değil.”

Adam bunları söylediğinde sene 2000’di. Bizim için henüz statlarda çekirdeğin serbest, acıkanlar için tek çarenin stat önündeki köfte ekmek arabasının olduğu dönemin sonlarıydı. Bugün ise hayatımıza giren modern, akıllı statlar ile birlikte Türkiye’de de taraftar profili oldukça değişti. Devre arasında açık büfeden tabağını doldurabilmek adına, 40. dakikada koltuğunu bırakan izleyici, trafiğe kalmamak adına da maçın son 10 dakikasını izlemiyor. Bu gruba taraftar demeye dilim varmadığı için izleyici demeyi tercih ediyorum. Yine de onlar bu değişim rüzgarının en masum kısmı diyebiliriz. Çünkü böyle dev bir endüstride onlar kendini taraftar zannetmeye devam etsin, bu endüstriyi yöneteneler onlara çoktan “müşteri” demeye başladı. Peki kim bu “Big Boss?”



Rus Oligarklar

Geçtiğimiz yıllarda ABD merkezli yayın kuruluşu Bloomberg, Rusya’nın en zengin 20 isminin, Putin yönetiminin koyduğu katı vergi yasalarından paralarını kaçırmak için kullandığı, ülke dışında kaydı bulunan şirketleri derledi. İlk üçe giren isimlerin ortak bir özelliği var; futbol.
Alisher Usmanov, Arsenal kulübünün %15 hissesine sahip. Dmitry Rybolovlev, Monaco kulübünün %66 hissesine sahip. Ancak bu da Rybolovlev’e yetmedi. Cebinden 160 milyon dolar verip, Radamel Falcao, James Rodriguez ve Joao Moutinho’yu kulübe transfer etti. Asıl mesleği kardiyolog olan Rybolovlev, daha popüler ve kuvvetli kulüpler varken, satın almak için neden Monaco’yu seçti acaba diye düşünebilirsiniz. Monaco, her ne kadar Fransa ile sınırlarını paylaşsa da, aslında Fransa’dan bağımsız bir prenslik devleti. Bu da onlara farklı haklar sağlıyor. Örneğin, yıllık ücreti bir milyon avro olan bir futbolcunun vergiler dahil kulübe maliyeti 1.051.223 avro. Ama aynı ligde mücadele eden her hangi bir Fransız takımı aynı oyuncuya 3.190.900 avro ödemek zorunda. Vergiden kurtulmak için oldukça güzel bir ülke Monaco, değil mi?
Rus futbol patronlarının içinde en popüleri hiç şüphesiz Chelsea’nin sahibi Roman Abramovich. Futbola olan düşkünlüğü sadece Chelsea ile sınırlı olmayan Abramovich, kurduğu Abramovich Milli Futbolcu Yetiştirme Akademisi ile dünya ve Rus futboluna ciddi bir katkı da sağlıyor. Birlikte çalıştığı profesyoneller onun için, “Kulübü satın aldığında futboldan anlamayan biriydi,” diyor. Şimdi ise Sporting Lisbon’un 21 yaşındaki defans oyuncusunu tartışabilecek kadar futbola hakim.


Takdir edersiniz ki, böyle devasa büyüyen bir endüstri bir çok işadamının iştahını kabartır. Hal böyle olunca, petrol zengini Arapların da “aniden” futbola ilgi duymasını anlamak lazım.


Arap Baharı

Futbolun nasıl global bir güç olduğunu anlamak için Arap sermayesinin yönüne bakmakta fayda var. Arap şeyhleri petrolden kazandıkları parayı hangi sektöre yatırıyorsa, o alan mutlaka dünyanın yeni çekim alanı haline geliyor. Zamanında İspanya’ya kadar dayanan Arapların şu anda en kuvvetli olduğu yer İngiltere. Premier Lig’de şampiyonluk tadan Manchester City, 2008 yılında Abu Dhabi United Group tarafından satın alınmıştı. Arsenal ise stadının isim hakkını 100 milyon pounda Emirates Hava Yolları’na satmıştı. İngilizler başta görgüsüz diye eleştirdikleri Araplara burun kıvırmış olsalar da, artık neredeyse “Tanrı Şeyhi korusun” diyecek kıvama geldiler.

Arapların yönetimi ele geçirdiği bir başka kulüp ise Paris Saint Germain ya da İbrahimoviçspor. Zlatan’dan sonra kariyeri bitmiş bir David Beckham’ı bile kulübe transfer ettiler. Katar Yatırım Ortaklığı projesi haline gelen PSG, neyse ki sportif anlamda arzu ettiği başarıyı yakaladı, üç sezondur ligi şampiyon bitiriyor.

İspanya (Getafe), İtalya (Roma), Belçika (Lierse,Charleroi), İsviçre (Servette), Portekiz (Beira) gibi daha başka liglerde de yatırımları var Arapların. Bunu sadece kulüp satın almak olarak düşünmeyin, sağladıkları sponsorluklar da oldukça ciddi düzeyde. Real Madrid stadının yenilenmesi için isim hakkı artı “bir miktar para” (500 milyon avro) karşılığında bir Arap şirketiyle anlaştı. Bu ballı anlaşmayı kaçırmak istemeyen kulüp başkanı Perez, görüşmeler sırasında kulüp logosunda bulunan hac işaretini bile kaldırmaya söz verdi. Hala kadınların stadyumda futbol maçı izlemesi yasak olan Arap ülkelerinde, her ne kadar taraftarlıktan çok parayla ilgileri de olsa, bu ilgi onlara 2022 Dünya Kupası’nı düzenleme “fırsatını” dahi verdi. 



Yeni “global” futbol düzeni artık bize geniş bir dünya mozaiği sunuyor. Katarlı bir patron, Brezilyalı bir sportif direktör, Portekizli bir hoca ve dünyanın bir çok farklı yerinden oyuncular. Bir zamanlar yüzyılın yeteneği Maradona, Barcelona’ya 5 milyon avro, Napoli’ye ise 7 milyon avro karşılığında transfer olup iki kere transfer rakamı rekoru kırmıştı. Bugün aynı parayı düşünürseniz, Maradona artık bizim ligde bir Bruma bile etmiyor. Anlayacağınız artık büyük bir yetenek izlemek istiyorsanız, çok daha fazla para harcamanız gerek.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder