Men's Health / Haziran
Silah icat oldu mertlik bozuldu, para futbolun içine girdi oyun bozuldu. Gazozuna yapılan maçlar, toprak sahalar, sokak aralarında atılan çalımlar hepsi eskidendi. Çok eskiden.
Silah icat oldu mertlik bozuldu, para futbolun içine girdi oyun bozuldu. Gazozuna yapılan maçlar, toprak sahalar, sokak aralarında atılan çalımlar hepsi eskidendi. Çok eskiden.
Son 20 yılın en büyük klişe laflarından biri
endüstriyel futbol. Romantiklere göre, sponsorların, sermayenin, artan
bonservis bedellerinin bir sonucu olarak artık dünyayı peşinden sürükleyen bu
oyunun tadı kalmadı. Futbola artık bir şov gözüyle bakanlara göre ise, ekonomik
gerçeklerin ön plana çıktığı günümüzde, futbolun da buna uyum sağlayıp “yeni
kurallarının” olması ve bir iş modeli haline gelmesi gayet normal. Artık amaç
oynamaktan çok, futbol şovunu yaratmak, böylece hem alternatif spor dalları hem
de eğlence sektörü ile rekabet edebilmek.
Manchester United
Manchester United, futbolun beşiği
İngiltere’nin en eski spor kulüplerinden biri. 1991 yılında Londra Borsası’nda
halka açılan kulüp, aynı zamanda İngiltere’nin ilk halka açılan futbol kulübü.
Kulübün o yıl sattığı 1,2 milyon lotun toplam değeri 28 milyon dolardı. O
günlerde kimse, 2003 yılında Malcolm Glazer isimli bir zenginin, kulübü 790
milyon pound’a alacağını tahmin dahi edemezdi. Bugün ise kulübün değerinin
yaklaşık 2,5 milyar dolar olduğu öngörülüyor. Kulüp değerine büyük etki eden
marka gücünü ise hiç şüphesiz sportif başarı ve David Beckham, Cristiano Ronaldo
gibi yıldız futbolcular sağladı, sağlıyor. Özellikle Beckham’a ait üretilen
çerezden tutun nevresime kadar her türlü hediyelik eşya, Asya’dan Avrupa’ya
kadar pazarlanmış ve kulübe hem gelir hem de popülerlik sağlamıştır.
Sportif başarı ise, kulüp için daha büyük
gelir kaynağı sağlar. Çok basit bir denklem, sezon boyunca ligde ne kadar çok
puan toplarsanız, yayın gelirinden o oranda fazla bir dilim alırsınız. Eğer bir
de Şampiyonlar Ligi gibi turnuvalarda başarı sağlarsanız, o da dilimin
üzerindeki krema olur. Sponsorlar kapınızı çalmaya başlar ve neleri
pazarlayabildiğinize inanamazsınız. Bu sezon oynanan Manchester United-Arsenal
karşılaşmasından tam da buraya uygun bir örnek size:
Old Trafford Stadı’na giden yol sonradan
ismi değiştirilerek Matt Busby yolu olmuştur. Bu yolun sonu stada ve kutsal
üçlünün heykeline çıkar; George Best, Denis Law, Bobby Charlton. Geçtiğimiz
günlerde bir saat markası yüksek bir bedel karşılığı bu heykeli sahiplenmeyi
planladığını açıkladı. Bu sezon Arsenal karşılaşmasında, stadyum spikeri
tribünlerden Manchester United ailesinin değerli üyesi Suudi Telekom şirketini
alkışlamalarını istedi. Bu arada devre arasında ise Amerikan telekomünikasyon
şirketinden bir yetkili mikrofonla saha içinde bazı anonslar yapıyordu. Aynı
gün maçın program kitapçığında bir fotoğraf kapağı süslüyordu. Yıl 1946,
futbolcu bir taraftarla el sıkışıyor. Tamamı siyah beyaz olan resimde sadece
kramponlar renklendirilmişti. Yeşil, turuncu florasan renklerle. Sanırım
markasını anlamışsınızdır. Aslında o resim bir spor ayakkabı markasının reklamı
gibi duruyorken, daha dikkatli gözler için belki de şunu ifade ediyordu:
Artık futbolcu ve taraftarın el sıkışacak
kadar birbirine yakın olduğu günler çok eskide kaldı. Araya dev markalar girdi.
Kulüpler ekonomik olarak büyüyüp
güçlenirken, taraftarlarla olan bağ zayıflıyor. Eskiden odalarının duvarlarına
hayran olduğu futbolcunun posterini asan gençler, şimdi onun yerine kulübün,
futbolcunun resimlerinin olduğu nevresimlerde uyuyor. Peki taraftar bu durumdan
şikayetçi mi? Bu soruyu önce “hangi tip taraftar?” diye sınırlamak lazım. Çünkü
değişen futbol ekonomisi ile birlikte taraftar profili de aynı kalmadı.
2000 yılında Şampiyonlar Ligi grup
maçlarında, Manchester United - Dinamo Kiev karşılaşmasından sonra Roy Keane
Old Trafford tribünlerine ayar vermişti:
“Sahada
olup bitenlerden haberleri yok, futboldan bile anlamıyorlar, pas verirken ya da
bizden bir futbolcu sakatlanmış yerde kıvranırken, tribünde bazılarının
karidesli sandviçlerini yemelerine uyuz oluyorum. Bunlar taraftar değil. Benim
için taraftar deplasmanlarda gördüğüm taraftarlar, onlara "hardcore
fan" diyorum ben. İşin asıl kötü tarafı bütün bunlar kimsenin umurunda
değil.”
Adam bunları söylediğinde sene 2000’di.
Bizim için henüz statlarda çekirdeğin serbest, acıkanlar için tek çarenin stat
önündeki köfte ekmek arabasının olduğu dönemin sonlarıydı. Bugün ise hayatımıza
giren modern, akıllı statlar ile birlikte Türkiye’de de taraftar profili
oldukça değişti. Devre arasında açık büfeden tabağını doldurabilmek adına, 40.
dakikada koltuğunu bırakan izleyici, trafiğe kalmamak adına da maçın son 10
dakikasını izlemiyor. Bu gruba taraftar demeye dilim varmadığı için izleyici
demeyi tercih ediyorum. Yine de onlar bu değişim rüzgarının en masum kısmı
diyebiliriz. Çünkü böyle dev bir endüstride onlar kendini taraftar zannetmeye devam
etsin, bu endüstriyi yöneteneler onlara çoktan “müşteri” demeye başladı. Peki
kim bu “Big Boss?”
Rus Oligarklar
Geçtiğimiz yıllarda ABD merkezli yayın
kuruluşu Bloomberg, Rusya’nın en zengin 20 isminin, Putin yönetiminin koyduğu
katı vergi yasalarından paralarını kaçırmak için kullandığı, ülke dışında kaydı
bulunan şirketleri derledi. İlk üçe giren isimlerin ortak bir özelliği var;
futbol.
Alisher Usmanov, Arsenal kulübünün %15
hissesine sahip. Dmitry Rybolovlev, Monaco kulübünün %66 hissesine sahip. Ancak
bu da Rybolovlev’e yetmedi. Cebinden 160 milyon dolar verip, Radamel Falcao,
James Rodriguez ve Joao Moutinho’yu kulübe transfer etti. Asıl mesleği
kardiyolog olan Rybolovlev, daha popüler ve kuvvetli kulüpler varken, satın
almak için neden Monaco’yu seçti acaba diye düşünebilirsiniz. Monaco, her ne
kadar Fransa ile sınırlarını paylaşsa da, aslında Fransa’dan bağımsız bir
prenslik devleti. Bu da onlara farklı haklar sağlıyor. Örneğin, yıllık ücreti
bir milyon avro olan bir futbolcunun vergiler dahil kulübe maliyeti 1.051.223
avro. Ama aynı ligde mücadele eden her hangi bir Fransız takımı aynı oyuncuya
3.190.900 avro ödemek zorunda. Vergiden kurtulmak için oldukça güzel bir ülke
Monaco, değil mi?
Rus futbol patronlarının içinde en
popüleri hiç şüphesiz Chelsea’nin sahibi Roman Abramovich. Futbola olan
düşkünlüğü sadece Chelsea ile sınırlı olmayan Abramovich, kurduğu Abramovich
Milli Futbolcu Yetiştirme Akademisi ile dünya ve Rus futboluna ciddi bir katkı
da sağlıyor. Birlikte çalıştığı profesyoneller onun için, “Kulübü satın
aldığında futboldan anlamayan biriydi,” diyor. Şimdi ise Sporting Lisbon’un 21
yaşındaki defans oyuncusunu tartışabilecek kadar futbola hakim.
Takdir edersiniz ki, böyle devasa büyüyen
bir endüstri bir çok işadamının iştahını kabartır. Hal böyle olunca, petrol
zengini Arapların da “aniden” futbola ilgi duymasını anlamak lazım.
Arap Baharı
Futbolun nasıl global bir güç olduğunu
anlamak için Arap sermayesinin yönüne bakmakta fayda var. Arap şeyhleri
petrolden kazandıkları parayı hangi sektöre yatırıyorsa, o alan mutlaka
dünyanın yeni çekim alanı haline geliyor. Zamanında İspanya’ya kadar dayanan
Arapların şu anda en kuvvetli olduğu yer İngiltere. Premier Lig’de şampiyonluk
tadan Manchester City, 2008 yılında Abu Dhabi United Group tarafından satın
alınmıştı. Arsenal ise stadının isim hakkını 100 milyon pounda Emirates Hava
Yolları’na satmıştı. İngilizler başta görgüsüz diye eleştirdikleri Araplara
burun kıvırmış olsalar da, artık neredeyse “Tanrı Şeyhi korusun” diyecek kıvama
geldiler.
Arapların yönetimi ele geçirdiği bir başka
kulüp ise Paris Saint Germain ya da İbrahimoviçspor. Zlatan’dan sonra kariyeri
bitmiş bir David Beckham’ı bile kulübe transfer ettiler. Katar Yatırım
Ortaklığı projesi haline gelen PSG, neyse ki sportif anlamda arzu ettiği
başarıyı yakaladı, üç sezondur ligi şampiyon bitiriyor.
İspanya (Getafe), İtalya (Roma), Belçika
(Lierse,Charleroi), İsviçre (Servette), Portekiz (Beira) gibi daha başka
liglerde de yatırımları var Arapların. Bunu sadece kulüp satın almak olarak
düşünmeyin, sağladıkları sponsorluklar da oldukça ciddi düzeyde. Real Madrid
stadının yenilenmesi için isim hakkı artı “bir miktar para” (500 milyon avro)
karşılığında bir Arap şirketiyle anlaştı. Bu ballı anlaşmayı kaçırmak istemeyen
kulüp başkanı Perez, görüşmeler sırasında kulüp logosunda bulunan hac işaretini
bile kaldırmaya söz verdi. Hala kadınların stadyumda futbol maçı izlemesi yasak
olan Arap ülkelerinde, her ne kadar taraftarlıktan çok parayla ilgileri de
olsa, bu ilgi onlara 2022 Dünya Kupası’nı düzenleme “fırsatını” dahi
verdi.
Yeni “global” futbol düzeni artık bize
geniş bir dünya mozaiği sunuyor. Katarlı bir patron, Brezilyalı bir sportif
direktör, Portekizli bir hoca ve dünyanın bir çok farklı yerinden oyuncular.
Bir zamanlar yüzyılın yeteneği Maradona, Barcelona’ya 5 milyon avro, Napoli’ye
ise 7 milyon avro karşılığında transfer olup iki kere transfer rakamı rekoru
kırmıştı. Bugün aynı parayı düşünürseniz, Maradona artık bizim ligde bir Bruma
bile etmiyor. Anlayacağınız artık büyük bir yetenek izlemek istiyorsanız, çok
daha fazla para harcamanız gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder