Bazı insanları tanıdıkça anlarsınız. Anladıkça seversiniz, sevdikçe ondan
bir şey öğrenirsiniz. Çevresindeki her şeyden biraz cebine koyarak, doğru
bildiği yolda yürümeye çalışan bir genç adam. Sessiz görüntüsünün altında
aslında anlatacak çok sözü var. Tanıdığınıza memnun olacaksınız.
Boyu uzun olan sporcuların basketbolu tercih etmelerini beklemek gibi bir
klişe vardır. Sen de bu boyla neden futbolu tercih ettin?
Aslında doğru söylüyorsun, ben de başta
futbolla pek alakalı değildim. Okulda önce basketbol oynamaya başladım, çok da
seviyordum. Bak sana şöyle söyleyeyim, mahallede maç yapan çocukların topu
önüme geldiğinde, basket ayakkabılarım eskimesin diye ayağımla vurmaz, elimle
alıp çocuklara geri atardım. Çocuk aklı o zaman basketbol bana salonda oynanan,
üstünün başının kirlenmediği temiz bir oyun gibi geliyordu. Halbuki futbolda
tozun toprağın içindesin. O derece ilgisizdim. Okulda sadece spor amaçlı
basketbol oynuyordum, profesyonel sporcu olmak gibi bir niyet ne ben de ne de
ailem de yoktu. Babam askerdi. Ben de askeri lise sınavlarına girip, hava harp
akademisini kazanmayı hedefliyordum. Bu
arada babam hayatı da öğreneyim diye beni bir akrabamızın yanına kuyumcu
dükkanına çırak olarak yolladı. Yazları çalışıyordum ama para almıyordum, babam
ay sonu harçlığımı veriyordu.
Peki futbola nasıl ısındın?
Bir gün müdür yardımcısı beni yanına
çağırdı. O zaman 13 yaşımdayım, okulda da en uzun boylu benim. Okul futbol
takımı seçiliyormuş, beni de kaleci olarak düşünmüşler. Tamam hocam dedim ama
hiç istemiyordum. Ertesi gün okula gitmedim. Sonraki gün gidince sıkı bir fırça
yedim. Baktım hala beni antrenmana çağırıyorlar, açık açık söyledim, “Hocam ben
istemiyorum,” diye. Hocam, Ahmet Karsavurdan “Bu senin isteğinle olacak bir şey
değil, bu bir okul takımı, sen de bu okulun bir öğrencisisin, dolayısıyla bu
takıma katkı yapman gerekir.” Ben hala gönülsüzüm ama. Sonra beni tekrar yanına
çağırdı. Bana bir çift eldiven ve krampon almış. Bir çocuğu tam can evinden
vuracak hareket. Belki çok ufak bir şey ama birinin beni düşünmüş olması beni
çok etkilemişti. Hala o hissi çok net hatırlarım. Öyle başladım.
Sonra basketbolu ne zaman bıraktın?
Bir süre ikisine de birlikte devam ettim. Futbol
takımı olarak Antalya şampiyonu olduk. Penaltılar kurtardım. Okulda bir anda
popülaritem arttı. Hocalar çok destek oluyor. Kazandığımız maçlardan sonra bizi
yemeğe götürüyorlar. Bir çocuk için bunlar o yaşlarda çok cazip geliyor. Bir
sene sonra basketbolu bıraktım.
Futbolu profesyonel oynamaya da o Antalya şampiyonluğundan sonra mı karar
verdin?
Evet, takımdan arkadaşlar Fenerbahçe’nin
seçmelerine gidecekti. Ben de gitmek istedim ama seçilme fikri hiç kafamda
yoktu. Arkadaşlarımla İstanbul’a gideceğim, dolaşacağım, ne güzel diye
düşünüyordum. Seçmelerde Yavuz Şimşek ile tanıştım. 2-3 dakika bana top attı,
sonra “tamam, duşunu al odama gel,” dedi. Gittim yanına, “Sen hiç bir şey
bilmiyorsun,” dedi. Ben de o ana kadar kendimi Antalya’da iyi kaleci olarak
görüyordum. Şampiyon olmuşuz falan, bir havalıyım. Pat diye öyle deyince bir an
bozuldum. Sonra “Kalecilik tekniği olarak hiç bir şey bilmiyorsun ama fiziğin
yeterli. Eğer akıllı olursan ve sana göstereceklerimi hayata geçirebilirsen iyi
bir kaleci olabilirsin.” dedi. Ben o mutlulukla Antalya’ya ailemden izin almaya
gittim.
DEREAĞZI’NDAKİ İKİNCİ GÜNÜMDE
AİLEME “GELİN BENİ ALIN” DEDİM
Tahminimce o izin pek kolay çıkmaz...
Ne diyorsun, duyunca herkesin yüzü bir
düştü, kimse istemiyor. Eyvah dedim. İki günüm var İstanbul’a geri dönmek için.
Beni aldı bir panik. Bizim ailede bir alışkanlık vardır. Önemli bir karar
alınıyorsa, akşam yemeğinde babam herkese tek tek fikrini sorar ve hep beraber
karar verilir. O akşam da benim için oylama yapıldı. Kimse gitsin demedi. O
yaşta benim başka bir şehirde yaşama fikrim bile dayanabilecekleri bir şey
değildi. Benim bütün hayallerim yemek masasında söndü. Sonra akşam babam beni
yanına çağırdı, gidebilirsin dedi. İnan ben “nasıl, neden” falan hiç bir şey
sormadım. Karar değişir diye korkumdan. Sonra aradan yıllar geçince babam “Eğer
biz sana o gün engel olsaydık sen ileride bize sitem edip, ben de bir Rüştü
olacaktım dersen, ben o gün yerdim.” dedi.
Ailenden uzakta ilk gecen nasıl geçti?
Pek kolay günler değildi. Tesislerde,
Dereağzı’nda kalıyordum. İlk gece hiç uyuyamadım. Ertesi gün ailemi aradım. O
zaman cep telefonum da yok. Yakında bir büfe vardı, oradan arıyordum.
Ağlayacağım ama onlara belli etmeyeyim diye ağlayamıyorum. Konuşmanın yarısında
ben dayanamadım, “Gelin beni alın ben yapamayacağım.” dedim. Sonra Yavuz
Hoca’ya gittim, dönmek istediğimi söyledim. Hoca bana ne kadar şanslı
olduğumdan, milyonlarca gencin orada olmak istediğinden bahsetti, hafiften de
bir fırça attı. Ben tekrar ailemi arayıp dönmüyorum dedim. Yavuz Hoca’nın benim
üzerimde emeği çoktur. Bugün evimde bir rahatım, altımda bir arabam varsa, bu
hayatı yaşayabiliyorsam bu Yavuz Şimşek’in sayesindedir. Bunu da her
söylediğimde tüylerim diken diken oluyor.
Fenerbahçe Türk futboluna ve Milli Takım’a önemli kaleciler kazandırdı. Bu
konuda rakiplerinden bir adım öndeler. Neyi farklı yapıyorlar?
Engin İpekoğlu, Rüştü Reçber, Volkan
Demirel peş peşe gelen Türk futbolu için önemli isimler. Bizim zamanımızda her
sabah sadece bize özel kaleci antrenmanı yapıyorduk. O dönemde o yaş grubunda
bunu yapan tek kulüp olabiliriz. Akşamları da takımın antrenmanına
katılıyorduk. Bir de Fenerbahçe tercihini genelde yerli kalecilerden yana
kullandı. Engin abi sakatlanınca, yabancı kaleci transfer etmektense Rüştü
abiye şans verildi. Ve hep böyle devam etti.
Futbol aslında bir takım oyunu olmasına rağmen, kaleci olarak takımdan uzak
ve bireyselsin. Çoğu zaman idmanlarınız bile ayrı. Kendini maç sırasında yalnız
hissediyor musun?
Kaleci kötü gol yediği zaman kendini çok
yalnız hisseder diye bir görüş vardır. Hatta kameralar o golden sonra direkt
onun yüzüne fokus yaparlar. Bence öyle değil. Onlar beni koruyorlar, ben de
onları koruyorum. O yalnızlık psikolojisini ben pek doğru bulmuyorum.
KÜÇÜK FARKLAR BÜYÜK SONUÇLAR
DOĞURUR
Uzun süre baskı kurarak oynadığınız, topla buluşamadığın zamanlarda
konsantrasyonunu nasıl sağlıyorsun?
Zaten kalecideki en büyük problem
konsantrasyon. Kaleciler arasında çok büyük farklar olduğunu düşünmüyorum.
Belli bir limitten sonra çok ufak farklar çok büyük detayları ortaya çıkarıyor.
Mesela %95 konsantrasyonu, %96 yapabilmek seni rakiplerinden bir adım öteye
taşıyabiliyor. Ben çok uzun süre
topla buluşamadığım zamanlarda hep “şimdi çok zor bir top gelecek ve ben onu
inanılmaz bir şekilde kurtaracağım.” hayalini kurarım.
Konsantrasyonunu geliştirmek için yaptığın özel bir çalışma var mı?
Milli takımda Alper Boğuşlu hocamızın bana
söylediği ve kendime felsefe edindiğim bir şey var. İki sene önce Manisaspor’da
oynuyordum, hedeflerim tabii ki burasıydı. Orada oynadığım zamanlar bir şekilde
idare ediyordum ama artık yukardayım, zirveye yakın. Zirvede oksijen de daha
az, daha soğuk üzerinde daha kalın bir şeyler giymen lazım, cebine ekstra yemek
koyman lazım. Yani zirveye çıkmak ve kalmak istiyorsan donanımını artırman
lazım. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Her şeyi cebime koymaya, biriktirmeye
çalışıyorum. Her hafta düzenli gittiğim, hedeflerim hakkında ve nasıl ilerlemem
gerektiği hakkında konuştuğum bir profesyonel var. Sadece saha içi diye de
düşünme. İnsan ilişkilerinden sosyal yaşama kadar her konuda fikir aldığım
biri. Çünkü sosyal hayatında yaşadığın sorunlar gün gelir profesyonel hayatını
da etkiler. Hangi ortamda nasıl olmalıyım, hangi yönlerimi ön plana çıkarabilirim,
mesela üç dakika konuşacaksam, o sürede herkese nasıl hitap edebilir, etkin
mesaj verebilirim gibi konularda çalışıyorum.
Kalecilerin önsezisi kuvvetli olmalı derler. Bu doğuştan mı olur yoksa
sonradan geliştirilebilir mi?
Ben kendi adıma önsezilerime dayanarak
sahada bir şey yapmam. Çünkü her şeyin bir tekniği var. Ben karşımdaki oyuncuya
bir tepki vermek için varım sahada. Oyuncuların vuruş anları, ayağını bastığı
yerler, açıları bunlara odaklanırım, içimdeki ses o an başka bir şey dese bile.
Çünkü o sesin beni yanıltma ihtimali her zaman var. Özellikle penaltı
kurtarışlarında bu sezgi kelimesi çok kullanılır. Ama bence orada da yanlış
ifade ediyoruz. O kurtarışta illa penaltı atan oyuncunun ya bir bakışını, ya
destek ayağını yakalamak gibi saniyelik bir farkındalık demek daha doğru.
Sen idmanlarda penaltı atma çalışmaları yapıyor musun?
Çok güzel penaltı atan kaleciler var ama
benim işim tutmak diye düşünüyorum, özel bir çalışma yapmıyorum.
Fenerbahçe’den Kayseri’ye kiralanma hikayende bir Türkiye Kupası finali
var. Senin de kendi performansını pek beğenmediğin ve çok da eleştirildiğin. O
süreçte neler hissettin?
Fenerbahçe’de oynadığım süre boyunca
Beşiktaş’la kupa finalinde oynadığım gibi kötü bir maç oynadığımı
hatırlamıyorum. O güne özel bir etken de yoktu. Bir anlık konsantrasyon
kaybıydı belki bilmiyorum. Bundan sonra hiç kötü maç çıkartmayacak mıyım,
elbette yine kötü maçlarım da olacaktır. O dönem Fenerbahçe Türkiye Kupası’nı
kazanamayalı çok uzun yıllar olmuştu, o yüzden çok kıymetliydi. Aragones
takımın başındaydı ve tüm grup maçlarında ben oynamıştım. Yani tam çıkarken çok
sert bir düşüş yaptım. Böylesini ben de beklemiyordum.
Kayseri’de de pek forma şansı bulamadın...
Fenerbahçe maçında yediğim golden sonra
çok acımasızca eleştirildim. Süleyman Hurma o zaman kulüpteydi, bana
“Taraftarın çok baskısı var o yüzden seni oynatamayacağız.” dedi. Odadan çıktım
televizyonda kadro dışı kaldığım haberini gördüm. Yani bana tebliğ etmeden önce
basının zaten haberi varmış. Beni tanıyan herkes bilir, ben öfkesini,
heyecanını, sevincini belli edebilen biri hiç olamadım. Hep içimde yaşarım.
Kadro dışı kalmak insana çok gurur kırıcı geliyor. Ben de o noktada bir adım
daha geri gelip, Manisaspor’a transfer oldum. Orada da takım ligden düştü.
O süreçte hiç bırakmayı düşündün mü?
Hiç düşünmedim. Her şeyin benim elimde
olduğunu biliyordum. İki yıldır düzenli oynamıyordum. Hiç bir kulüp bu kadar
uzun süre forma giymeyen bir kaleciyi transfer etmek istemez. Ben de
Manisaspor’da ve PTT 1. Lig’de kalmaya karar verdim. O sene iyi geçti, play-off
finali oynadık. Manisaspor kulübü çok saf, çok amatör duygularla, aile ortamı
sunan bir kulüptür. Maddi anlamda bir şeylerin peşinde koşmayan, sevgiye saygıya
çok kıymet veren insanlar çalışıyor orada. Sonra bir yıl daha geçirdim orada ve
Başakşehir’e geldim.
EN İYİ KURTARIŞIMI DAHA
YAPMADIM
Başakşehir’e gelmende Abdullah Avcı faktörü ne kadar?
Tamamen onun etkisiyle geldim. Hocanın
yeri bende çok ayrıdır. Bu kulübe gelebilmek için can attım diyebilirim.
Sence hayatının kırılma noktası neresi?
Burası, Başakşehir.
Başakşehir bir proje takımı gibi. Geçen sezon ligi üç büyüklerin ardından
dördüncü sırada bitirdi, bu sene de muhtemelen aynı istikrarını koruyacak.
Senin ağzından burası nasıl?
Biz burayı evimiz gibi görüyoruz. Hem o
sıcaklık hem de disiplin var. Bu yüzden kurallara uymak hiç gözümüzde
büyümüyor. Mesela diğer kulüplerde arkadaşlar saat 10’daki idmana 9:30’da
gelip, idman bitince duşunu alıp gidiyor. Biz iki saat öncesinde burada
oluyoruz, kahvaltımızı burada yapıyoruz, ardından günlük toplantımız ve
sonrasında idmana çıkıyoruz. İdmandan sonra da öyle hemen kaçmak yok. Öğle
yemeğini yiyip, dinleniyoruz, birlikte vakit geçiriyoruz. Sonra eve gidiyoruz.
Abdullah hoca ile çalışmanın en iyi yanı ne?
Hoca samimiyeti ve mesafeyi çok iyi
ayarlayabilen biri. Eğer onu iyi tanımaya çalışırsanız, size katacağı özellikle
manevi değerler çok fazladır.
En iyi kurtarışın hangisiydi?
Daha yapmadım.
Yediğin ve unutamadığın gol hangisi?
Bilica Sivasspor’da oynuyordu. Ben de
Fenerbahçe’de oynarken ondan bir frikik golü yemiştim. Bayağı güzel bir goldü.
Maçlardan önce bir uğurun var mı?
Sevdiklerimi aramadan çıkmam.
En büyük korkun ne?
Hep korktuğun şey başına gelir derler ya.
İşte o laftan çok korkarım. Bir çocuğum olmasını çok isterim. Olmamasından hep
çok korkarım.
Sence en kuvvetli olduğun ve geliştirmen gereken yönlerin neler?
Konsantrasyonumu daha da geliştirmem
gerekir. Güçlü olduğum taraf ise, çok fazla her şeyi kafama takmama huyum.
Fazla dert edinmem, hep önüme bakarım.
Refleks geliştirmek için yaptığın özel antrenmanlar var mı?
Refleks çok gelişen bir şey değil. Çünkü
refleks bizim elimizde olmayan nedenlerle gösterdiğimiz tepkiler. Mesela ben
yüzüne doğru bir şey atsam gözünü hemen kapatırsın. İşte o bir refleks. Kaleci
müthiş bir refleksle top kurtardı denir. O yanlış bir tabir aslında. Onun
yerine reaksiyon sürati demek daha doğru. Bu sürati geliştirmek algı antrenmanı
yaparız. Çünkü algı reaksiyonu çok süratlendirir.
Salon egzersizi olarak neler yapıyorsun?
Fazla kilo ile çalışmaktansa kendi vücut
ağırlığımı kullanarak çalıştığım egzersizler yapıyorum. Hem kuvvet kem de
kuvvete dayalı çabukluk çalışması gibi düşünebilirsin. Yani düşük ağırlıkla
3x20 çalışıyorum.
BİR ARKADAŞIMA BENİMLE SANAT
GALERİSİNE GEL DESEM GELİR Mİ?
Yakın vadede hedefin ne?
Avrupa’da oynamak. İngilizce öğrenmeye
başladım. Hep hayal ediyorum, Avrupa’da bir kulüpte oynuyorum, basın
toplantısına çıkmışım, yanımda tercüman olmadan konuşuyorum.
Diyelim jübile maçına çıkıyorsun, elinde mikrofon saha içinde tribünlere
bir konuşma yapıyorsun. Ne dersin?
Dur yahu nereye gittin hemen. Daha on sene
oynarım ve bir o kadar sürede düşünürüm o konuşmayı ben. Jübile falan hiç hayal
etmedim ama herhalde bir teşekkür konuşması olur. Ve kısa olur sanırım,
beceremem uzun konuşmayı. Bir de soyunma odasına girince kesin ağlarım. Umarım
ben bıraktıktan sonra da uzun yıllar konuşulurum.
Kendine bir nasihat verecek olsan...
Duygularımı biraz daha gösterebilmeyi
isterdim. Mesafeli gibi duruyorum ama insanlar beni tanıdıkça aslında
sıcakkanlı olduğu anlıyor. Çok fazla arkadaşım yok. Aynı frekansı
yakalayabileceğim insan çok az çevremde. Mesela resim ve sanata ilgim var. Ufak
çapta bir koleksiyonum da var. Galeri gezerim. Şimdi bir arkadaşıma söylesem
gelmez benimle. Ben Devrim Erbil’in atölyesine gider sohbet ederim bazen.
Söylesem ben ne yapayım derler bana.
Şu ara ne okuyorsun?
pH mucizesi diye bir şey okuyorum. Hatta
bu içtiğimiz sulara da bayağı takığım. Sporcu beslenmesine uzak bir konu
aslında. Proteinlerin çok asidik olduğunu söylüyor. Yani temeli vücudumuzun
alkalik olması üzerine kurulu.
Mucizelerle geçen İzlanda maçını anlatsana...
İnan o maçla alakalı hiç bir şey
hatırlayamıyorum ben. Tek hafızamda kalan gol anı, Selçuk’un önden herkesin
onun arkasından koşması.
Fatih Terim ile beraber çalışmak nasıl?
Hollanda maçı öncesi, ben çok stresliyim.
Kaybetsek belki Avrupa Şampiyonası hayalleri bitecek. Soyunma odasındayız, hoca
bir şeyler anlatıyor. Zaten biliyorsun hocanın maçtan önceki konuşmaları bir
efsanedir, adeta gözümüzden ateş çıkartır. Konuşması bitti ama bana hiç bir şey
söylemedi. Sonra tam çıkarken “Kaleci, sana bir şey söylemeye gerek yok sen
yaparsın yapacağını,” dedi. Onun sadece bu tek cümlesi ve bunu söyleyiş tarzı
bana öyle bir güven verdi ki, bütün heyecanımı aldı götürdü. Fatih Hoca işte bu
yüzden farklı biri.
Hepimizin içinde milli duygular baskın. Sen kendi içindeki milli duyguyu
nasıl anlatırsın?
Bu ülke için yapılan bir görev. Biz belki
sadece spor anlamında bir misyon yükleniyoruz. Bu görev bana verildiği sürece
en iyisini yapmaya çalışacağım. Çünkü benim bu vatana, bu yeşile, maviye, bu
huzura, rahata en büyük borcum. Bugün bu bayrağı ben taşıyorum yarın başka bir
arkadaşıma devredeceğim. Ama milli forma ve vatan sevgimizi hepimiz de aynı
devam edecek.
Seni ne ağlatır?
Mutluluk.
Okuyucularımız halı sahada maç yaparken
nelere dikkat etsinler
· Frikik karşılarken,
Barajı iyi kurdurun, kapattığınız köşeyi
sakın bırakmayın, yine de vuran kişi çok iyi vurduysa, o golü yemekten de
gocunmayın.
· Penaltı karşılarken,
Rakibinizin destek ayağının burnunun
nereye baktığına dikkat edin.
· Birebir karşı karşıya kaldığında,
Kendinizi ne kadar çok büyütebilirseniz
büyütün. Kollarınızı, bacaklarınızı açın, kalede devleşin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder